Cevikce / Haber ayrıntısı
İMPARATORLUKTAN EMİRLİĞE |
Davos’taki 2009 Dünya Ekonomik Formunun "Gazze: Ortadoğu'da Barış Modeli" başlıklı paneline, R.T. Erdoğan da davet edilmişti. |
|
Diğer katılımcılar, dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Mun idi. Dünya barış ödüllü Cumhurbaşkanı Peres, siyasi yaşamı boyunca her zaman ve her yerde Türkiye’nin yanında yer almış bir Musevi’ydi. O panelde Başbakan Erdoğan, sert bir çıkışla “one minute (bir dakika)” diyerek Cumhurbaşkanı Peres’in sözünü kesmiş ve son derece gösterişli(!) bir protestoyla toplantıyı terk etmişti. Anımsanacağı gibi o, önceden karar verdiği anlaşılan tavrı, özellikle Arap gençliğini çok etkilemiş ve Hristiyan Batıya karşı başta Filistin olmak üzere, Arap dünyasının liderliğine soyunduğunun ilanı olmuştu. O tarihten sonra düne kadar ABD ve Avrupa Birliği ile hemen her alanda gerginliği tırmandırmış ve Türkiye’nin Tanzimat’tan beri batıya dönük olan yüzünü doğuya çevirmeye azmetmiş bir söylem ve eylem sergilemiştir. İçerde de, “dindar gençlik yetiştireceğiz” politikasını, milli eğitime ve sosyal yaşama hâkim kılmak için yasal değişiklikler dahil, her önlem almıştır. Bütün bunlardan sonra, batının olumsuz uygulamalarından ötürü, başta ekonomide olmak üzere her alanda ülkemizin yitirdiklerine karşılık, Katar’ın AK Saray’a sağladıkları dışında, Arap dünyasından ciddi anlamda katkı, destek fayda elde edildiğinden aklı başında kimse söz edemez. Öyleyse, Partili Cumhurbaşkanının sahip olmak istediği bu “hırslı azmin” nedeni nedir. Bu soruya yanıt ararken önce, AK Sarayın geçmişi ve geleceğiyle Arap dünyasını bilmememesinin kökenine inmek gerekiyor. Yerli ve yabancı ünlü tarihçiler, Osmanlı’nın, tarihin en güçlü imparatorluklarından birini kurabilmesinin ve 600 yıl sürdürebilmesinin başlıca sebebini, 1.Murad’dan itibaren, daha şehzade iken Padişahların, “Şarkın, EMİRİ değil, batının HÜKÜMDARI olmak” inancına ve kararlılığına, bağlarlar. Padişah II. Mahmud’un, Tanzimat Fermanı'yla başlayan yenileşme hareketinin hedefi de, İmparatorluğun, eğitim ve sanayide Avrupa ile açılan arasını, kapatmaktı. Demokrat Parti hükümeti, 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) üyelik için başvurduğunda, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel amacı, demokratikleşme ve kalkınma konularında, Avrupa uygarlığı düzeyindeki ölçütlere ulaşmaktı. 1963’te, Cumhuriyet Halk Partisi-Adalet Partisi Koalisyonunun Başbakanı İsmet İnönü’nün imzaladığı tam üyeliği öngören “Ankara Anlaşması” da, aynı hedefe yönelikti. 2005’te, Adalet ve Kalkınma Partisinin Başbakanı R.T. Erdoğan’ın, Avrupa Birliği (AB) ile imzaladığı, “Tam Üyelik Müzakerelerinin Yeniden Başlama” kararı da, Türkiye’nin, Kopenhag Kriterlerine yani Avrupa’nın ekonomik, sosyal, siyasal ve hukuki değerlerine erişmek hedefini içermekteydi. Bu gerçeklere karşın, 2016’da İstanbul’da toplanan İslam Konferansında ev sahibi olarak Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın yaptığı konuşma ise, açıkça artık Türkiye Cumhuriyeti'nin yönünün Doğu’ya, daha doğrusu Arap Dünyasına doğru çevrilme yoluna girdiğini gösteriyordu. O kadar ki, AK Saray, üye ülkeleri Batıya karşı ortak dayanışmaya (savaşıma) çağırmıştı. Aslında, R.T. Erdoğan, bu hedefini, 2007 seçimiyle “devlet vesayetini” tek başına eline geçirdiğinden beri, her masada ve inatla yinelemekteydi. Hem de, halkın duygusal inancını kabartırcasına bir cesaret gösterisine dönüştürerek… o seçimden sonra her fırsatta, Bati Taklitçiliği” suçlamasıyla, batının çağdaş uygarlık değerlerini; halkın inanç, kültür ve yasam değerlerine karşıymış gibi göstererek, oy sandığını istismar ettiği de, bir gerçek. (31 Mart seçimi, bu istismarın artık sonuna geldiğinin bir belgesidir) Ne var ki, ağızlarda sakız ettikleri “Yeni Osmanlılık” adına, “yola (Siyasal İslâm’a) devam” diyerek, yandaş medya sayesinde gizlemeye ve saptırmaya çalıştıkları “büyük ve tehlikeli yanlış” artık ortaya çıktı. Bastan beri, “demokrasi bizim için amaç değil, hedefimiz yolunda araçtır” derken, bilerek bütün hesaplarını Doğu’ya (Şark’a), daha doğrusu “Arap sermayesine” göre yaptılar. O nedenle yine, tarih boyu Osmanlı’yı arkadan vuranların “onlar (Arap Emirler)” olduğunu görmezden gelerek, “Yeni Osmanlılık” sevdasıyla, “Batı’nın Hükümdarı” değil, “Doğu’nun Emiri” olmayı, bilinçli olarak ve inatla yeğlediler. (bir Arap Emir’inden başkası şu sözü söyler mi: “21 gün sonra seçimde, İslambol’u (İstanbul’u) Costantinopolis yapmak isteyenlere teslim etmeyin” R.T. Erdoğan) Ama bilmedikleri ya da bilip te göze aldıkları bir gerçek var: Yakın tarih boyu olduğu gibi bu gün de, O “Emirler” halklarının değil, “Sömürgen Batı’nın” emri altındalar. |
Tarih: 3.06.2019 00:17:49 |
Okunma : 246 |
Kategori : BiGazete |