Cevikce / Haber ayrıntısı

“LALE DEVRİ”nin Bedeli

Sonunda ne oldu derseniz
 

, T.C. Başbakanı R.T. Erdoğan’ın “Dostum Esad” dediği günlere geri döndük. “Onca cana ve aş-iş batağına” karşın, “değdi” diyenler, ya ekonomik çıkarı yüzünden bağlarını koparamayan bencil korkaklar ya da gerçekleri göremeyecek kadar bağnazlığın esiri olanlardır. Ha, elbette -0y hesabındaki AKP mutlu-*.
Bundan sonrası, Putin’in ricası (kararı) üzerine, kendisi olmasa da, AK Saray’ın yetkilendirdiği biri-birilerinin, Şam’ın adamlarıyla –masada pazarlık- demektir. Ve karşılıklı atışmalar ve askerî dalaşılar daha uzun süre halkın gündemini meşgul etmeye devam eder. Dileriz (içerde vur-kaça dönüşen PKK terörü sürecek olsa da) sınırdaki can kaybı biter! Ne var ki, bomba-top-tank-tüfek harcaması, daha uzun süre bütçeye yük olacak.
Niye son cümlem “bütçe” oldu, şimdi o sayfayı açmak istiyorum; Ekonomi okuduğumdan değil, 1973’den beri politikadaki gördüklerimden dolayı, içerde dışarda (nerede olursa olsun), olayların arkasındaki asıl nedenin hep ekonomik olduğu gerçeğini yaşayarak ta görmüş oldum. Zaten, baş suçlu devletlerin başında olanlar da, bu gerçeği yani başta enerji ve doğal kaynaklar olmak üzere ekonomik değerleri kontrollerinde tutmanın peşinde olduklarını, artık yüzleri kızarmadan açıkça söylemekteler.
Bu yazımda sabrınızı zorlama pahasına, Türkiye’mizin somutunda, bu gerçeği kısa bir belgesel gibi anımsatmak istiyorum. 1950 sonrasına göz atmanın yeterli olacağını düşündüm;
İçinde olduğumuz bizim kuşak, 27 Mayıs 1960 askerî müdahaleye “darbe” demedik, “devrim” dedik. Çünkü harekâtın Demokrat Parti (DP) Hükümetinin, insan hakları ve özgürlükleri kısıtlayan ve hukuku çiğneyen partizanlığını durduracağına inanmıştık. Oysa aslında, yüzeyde gözüken politik çatışmanın arkasında, DP’nin küçük Amerika olmak için uyguladığı enflasyonist politikanın sonucu, zorunlu kaldığı 1958 devalüasyonu (TL’nin değeri bir gecede üç kat düştü) başlığındaki ekonomik bunalımın olduğunu yine bizim kuşak araştırmacılar belgelediler.
1965 seçimi sonrası yıllara, artan fiyatlar ve gelir dağılımındaki derinleşen uçurum damga vurdu. 12 Mart 1971 dolaylı darbe öncesi Adalet Parti Hükümetinin, kamu harcamalarının hesapsız artması yüzünden başvurduğu açık finansman (özerk olmayan Merkez Bankasına karşılıksız para bastırılması) sonucu yine 1970 devalüasyonu ile TL mislince artarak 14,80 oldu. Gençler arasındaki sokak çatışmalarına varan gerginliğin asıl nedeni, halkın yoksulluk sınırında verdiği savaşımın yol haritasındaki siyasi görüş (ideoloji) ayrılığıydı.
Hala tartışılan Dolar karşısında TL’nin 70 lira olduğu devalüasyonu içeren 24 Ocak 1980 kararları, kapitalizm yolunda hızlı liberalleşmeydi. 12 Eylül darbesiyle bu kararları yazan Turgut Özal IMF’in vekilharcı (kesedarı) gibi başlattığı özelleştirme, sendikasızlaştırma ve küresel sermayenin yerli ortaklarını finanse etme politikası, sonunda ülkeyi 1994 Devalüasyonuna getirdi.
Tansu Çiller Hükümeti Ocak 1994’de yaptığı yüzde 14 den sonra Nisan ayında yüzde 100’lük bir devalüasyona daha zorlandı. Ancak, özellikle küresel sermayenin yüksek iç faizi kullanarak sağladığı karın (dış borcumuz) düzeyi sonunda ülkeyi tarihinin en derin mali çöküntüsü ile karşı karşıya getirdi. 2001 krizi olmasaydı ne 2003 erken seçimi ne de AKP’nin hala süren tek başına iktidarı olurdu.
2006 ya kadar IMF’in kemer sıkan programlarıyla AKP Hükümeti, halkın aş ve iş sıkıntısını gündem dışında tutmayı başarırken, özellikle AB üyeliğine meraklı(!) demokrat geçinen çevrenin ve medyanın desteğini kullandı. 2007 seçiminden sonra başta bütçe, devlet bankaları ve asker-sivil bürokrasi olmak üzere kamusal kaynaklar, Hizmet Hareketinin isteklerine göre yönlendirildi. Öylece, üretken sektörlerin gereksinimi olan, mali yapısal değişim ve yatırım eğilimi durdu.
2008’de Başbakan iken R.T. Erdoğan’ın, “bizi teğet geçti” dediği dünya ekonomik krizi, bir dönem gecikerek sandığa yansıdı. 2015 seçiminde AKP’nin tek başına iktidar olamamasının nedeni, çözüm sürecine tepki değil, halkın içine düştüğü aş-iş bunalımıydı.
O seçimden sonra artık hızla artan işsizlik ve tırmanan enflasyon yüzünden seçmendeki soğukluğu ve uzaklaşmayı gören AKP Genel Başkanı çareyi, halkın milli ve dinî damarlarını iğneleyen yoğun propaganda ile gerçek derdi aş-iş gündemini saptırmakta ve karartmakta aradı.
Bilinçli olarak “Dostum Esad’dan Katil Esed’e geçişle başlayan ve içerde ve dışarda gerginliği tırmandıran bu süreç, hırs ve inatla devam ediyor. Ancak, anlamamakta hala direndiği bir gerçek var. Halkımız kendi sesini ve kokusunu aldığı politikacıya hep sahip çıkmıştır. En son yerel seçimde Ekrem İmamoğlu’na olduğu gibi. 2001 krizinde de, aş ve iş derdindeki kitleler Kasımpaşalı R.T. Erdoğan’ı kendinden bilmişti(!). Halklar sabırlıdır. Günü geldiğinde sesini çok iyi yükseltir ve yine milyonlara varan, aş-iş peşindeki oğluna kızına sahip çıkacak bir yeni “KENDİNDENİ” bulur.
(*) 20 Ekim Cumhuriyet Gazetesinden

Tarih: 28.10.2019 09:43:48

Okunma : 249

Kategori : BiGazete

yorum oku/yaz - Yazdır