Cevikce / Haber ayrıntısı

Gerçegin dayanilmaz gücü

Petrol Is Sendikasi Baskani'nin Tüpras'in özellestirmesi ile ilgili sözleri, bana 1960'lardaki tartismalarimizi animsatti. O tarihlerde benim gibi, Devlet Planlama Teskilati'ndaki yurtseverler gibi her aydin için, Türkiye'nin kalkinmasinin yani sanayilesmesinin tek yolu "merkezi planlama'ydi. Siyasete girdigim 1970'lerde, parti için yazdigim bir raporda sunlarin altini çizmistim: "Türkiye'de halkini beslemeyen, gelecegini hazirlayamayan bir ekonomik hastalik vardir. Bunun için bütün kesimleriyle ulusal ekonomiye yön veren bir planlama kaçinilmazdir. Temel araçlar ancak devlet, halk ve kooperatif sektörleri içinde gelistirilecektir."
 

Bes yillik planlarin birincil hedefi, toplam tasarrufun ortalama yüzde 25'inin yatirimlara ayrilmasiydi. Dis kaynak kitligindan, disardan almak zorunda oldugumuz ham ve yari ürün yatirim mallarini yurt içinde üretme politikasi yani "ithal ikamesi" bir zorunluluktu. Demirel'in kapitalizme inancina karsin, bu politikanin en büyük taraftarlarindan oldugunu belgeler gösteriyor. 1980'lerde Özal da, Planlama Müstesariyken birlikte uyguladiklari ithal ikamesinin dogru oldugunu, Demirel gibi hep savunmustu. Gerçekten de kamu iktisadi tesekküllerinin (KIT) enerji basta, petrol ürünleri ve metal gibi temel sanayiye en çok yatirim yaptigi dönem, 1950 öncesi CHP'den sonra 1960'lardaki Demirel'in basbakanlik dönemleridir.

Ancak, 1980'den baslayarak dünya, gelisme çaginin en büyük degisim evresine girdi. Toplumsal, siyasal degisimler, insanligin ve bireyin deger yargilarini altüst etti. Nesnel degisimleri, sanayinin besigi olan çogu Avrupa ülkesi bile izleyemedi. 1980'lerde ingiltere'de Basbakan Thatcher'in "devleti sanayiden tasfiye etme ve kamu kuruluslarini tümüyle özellestirme" politikasi, ekonomi ve politika tarihinin en ciddi tartismasini baslatti. Dogu Bloku'nun çöküsü ise, herkesi arkasindan sürüklendigi bir "tek kutuplu dünya" ve "küresellesme" gerçegi ile karsi karsiya getirdi. Kalkinmak zorunda ve yogun nüfusu olan ülkelerde uluslararasi sermayenin, bugün ulastigi boyut, insan beyninin ölçülerini asmis durumda. Komünist denen Çin'e giren yabanci sermayenin bütün diger ülkelerin toplamindan fazla oldugu biliniyor. Artik Türkiye büyüklügünde olup da, kamu tasarrufu ile yatirim yapabilen ülke kalmadi. O yüzden, merkezi planlamanin sözde var oldugu ülkelerde bile nereye, ne kadar ve ne tür yatirim yapilacagina, New York, Londra, Tokyo, Istanbul gibi borsalarda, sahipleri her gün degisen uluslararasi sermaye karar veriyor.

Güçlü ülke olmanin tek yolu
Bu gelisme, 1980 sonrasi Türkiye'de de, kendi gerçegini dayatti. Ne Erdogan, ne solcu Ecevit, ne onun son hükümetinin ortaklan siki milliyetçi Bahçeli ve sagci Yilmaz ve ne de bugünkü muhalefet baskanlan bu konuda birbirinden farkli. Yer yer vatan hainligi suçlamasina varan tartismalarin gerçek nedeni ise oy kavgasindan baska bir sey degil. Petrol-Is'in Baskani gibi, bu trenin yolcularindan iyi niyetli ve duygusal olanlar, hâlâ yillar önce bindikleri istasyondaki tarihi çevreyi, gözlerinde yasatmak için savasiyor. Ama artik her istasyonda özellesen ya da yok olanlar karsisinda bu savasim arkada kaliyor ve tren menziline hizla yol aliyor.

Türkiye için yabanci sermaye ve özellestirme gerçegi artik ne egemenlik, ne ulusalcilik, ne de siyasal bir olgu. Gerçegi kendi ülkemizin yararina göre tanimlayip, geregini yapmanin en dürüst ve dogru yaklasim oldugunu sorumlu herkes biliyor ama politik hesabina gelmedigi için söylemiyor. Bunlar bugünün ekonomik dünyasinda birer kalkinma aracidir. Kabul edilmesi gereken somut gerçek, güçlü ülke olmanin tek yolu, ulusun gelir düzeyini yükseltmektir. Bu nedenle asil olan, özellestirmeyi de, yerlisi yabancisi iç içe geçmis olan sermayeyi de bu yolda en etkin ve verimli sekilde yönlendirebilmektir.

Tarih: 10.09.2005 12:50:10

Okunma : 672

Kategori : Vatan Gazetesi

yorum oku/yaz - Yazdır