Cevikce / Haber ayrıntısı
Teksatir Söylesisi |
1 EYLÜL 2009 |
|
TekSatir: Siyasete ne zaman ilgi duymaya baslamistiniz? Erol Çevikçe: Ben 27 Mayis 1960 ihtilali öncesinden Istanbul Üniversitesi ögrencisiyim. O dönem Türkiye’de siyasetin dinamik ve açilim kazandigi bir dönemdir. Yine o devrede özellikle dünyada oldugu gibi ülkemizdeki sol düsünce akimlari hizli gelismis ve benim kusagim bu akimlardan çok etkilenmistir. Marksizm’in ve Komünizm’in yayginlastigi o yillarda ülkemiz gençliginin toplumsal duyarligi en yüksek düzeye çikmistir. Hepimiz çagdas uygarliga erismenin ancak merkezi planlama ile olabilecegine inanmistik. O nedenle, 1961 anayasasini ve Devlet Planlama Teskilatinin (DPT) kurulmasini çok önemsemistik. Dolaysiyla, siyasete ilgi duymak TekSatir: Merhum Bülent Ecevit’in çagrisi ile 1973 yilinda Türk siyasetinde aktif olarak göreve basladiniz. O günden sonra siyasi yasaminiz nasil bir yol izledi? Erol Çevikçe: DPT’de sorumlu bir konumdayken, CHP’den Adana milletvekili listesinde yer alma çagrisi geldi. 1973 genel seçiminde Ecevit’in önderligindeki ortanin solundaki CHP Meclis grubunda eylemli siyasi yasamim basladi. 1974 Hükümetinde genç yasimda Bayindirlik Bakani olarak hükümet düzeyinde sorumluluklar almaya basladim. Sonrasi parti yasamina uyum saglamak ve parti örgütü içinde demokratik yarisi basarmak için özverili bir çalisma dönemine girdim. 1976 Kurultayinda Deniz Baykal ile birlikte Ecevit’e muhalefete basladik. Aylarca Anadolu’da örgüt çalismasi yapmamizin sonucu, bugünlere kadar uzanan Baykalci hareket basarili oldu. 1999’da CHP Meclis disinda kalana kadar SHP’de ve yeniden açilan CHP’de Genel Baskan Yardimciligi düzeyinde siyasetin en sorumlu görevlerinde oldum TekSatir: Simdiye kadar siyasette degistirebildiginiz bir sey oldu mu? Erol Çevikçe: Artik siyasette bireysel degil örgütlü ve paylasilan bir etkinlik geçerlidir. Partimin basarisi için görevlerimi yerine getirebildiysem onur duyarim. Bunun da takdiri gerçek CHP’lilerin ve halkindir. TekSatir: Siyasi tarihimiz, gaflariyla kendinden söz ettiren siyasetçilerle dolu… Sizin hiç gaf denecek tavirlariniz oldu mu? Erol Çevikçe: Ünlü geçinen çok siyasetçinin, bilindiginin binde biri kadar taninan bir kisi olmadim. Saniyorum, gaf yapmama konusundaki duyarligim sayesinde bugün herkesin yüzüne gülerek bakiyorum. TekSatir: Özellikle her lafi gündem yaratacak siyasetçilerin, konusmalarina daha çok dikkat etmesi gerekmiyor mu? Erol Çevikçe: Elbette… Bakiniz su günlerde Basbakanlik, Bakanlik, Genel Baskanlik düzeyinde lafini bilmeyenlerin… Agzindan çikani kulagi duymayanlarin… Ya da hakaret ederek hakli çikmak isteyenlerin… Ülkemizi getirdigi ortamin yarattigi gerginlige ve umutsuzluga dikkatinizi çekmek isterim… TekSatir: Türkiye’de, özellikle Merkez Sag ve Merkez Sol’un basaramadigi sey Siyasi Iletisimdir. Merkezdeki Sag ve Sol Lider, iletisimi de kendisi üstlenir ve Siyasi Iletisimcisine güvenmez. Siyasi Iletisime olan güvensizligin kaynagi sizce nedir? Erol Çevikçe: Eski ABD’de Baskanlarindan Richard Nixon, ikinci kez Baskanligi kazandiginda bir kitap yayinlanmisti: “Baskanin Pazarlanmasi”... Kitap, liderlerin basarisinin da bir ticari ürün gibi pazarlama konusu oldugunu belgeliyordu. Yani gerçek olan, politikada basarinin püf noktasi “Siyasi Iletisimdir”… Benim bunca yil sonra inandigim bir dogru vardir: “Önemli olan politikacinin ne oldugu degil, ne gözüktügüdür!”… 1950 sonrasi Menderes’le baslayan “sandiktan basbakan çikma dönemi” iyi okunursa; Siyasal Iletisimin sonucu belirledigi açikça görülür. Sagda Demirel, Özal ve günümüzde Erdogan’in basarilarinin arkasinda Siyasal Iletisime verdikleri önem yatar. Solda, Ecevit’in, özellikle 1977 seçim basarisindaki en büyük payin da bu konu oldugu arastirmacilarca belgelenmistir… Bence, çok üstün yeteneklerine ve siyasal birikimine karsin, Baykal’in en büyük eksikligi, bu konuyu önemsemekteki israridir. “Liderlerde bu nerden kaynaklaniyor?” diye sorarsaniz, ben öncelikle: “Bizim yetisme ve egitim yapimizin, henüz gelismis demokratik ülkelerdeki düzeye erismemis olmasidir.” derim… Duygusal etkilerin agirlik kazandigi kisilik yapisi, hâlâ bizim gibi ülkelerde çok önem tasiyor. Biliyorsunuz hemen her konuda bu böyledir… Günümüzde artik demokratik siyasal aliskanligi gelismis ülke siyasetçileri, tam anlamiyla duygularina gem vurmayi becermekteler. TekSatir: Charles de Gaulle (1890–1970), Fransa Devlet Baskani sifatiyla: “Hiçbir siyasetçi söyledigine inanmaz ve inananlar karsisinda da çok sasirir.” elestirisini dönemin siyasetçilerine yöneltmisti. De Gaulle’a göre siyasetçiler, “ustalasincaya kadar halkin içinden geldiklerini” söylermis. Bu tespitlerin üzerinden kirk yili askin bir zaman geçti, ancak hâlâ siyasetçilerin söylemi ayni... Sizce günümüzden kirk yil sonra da yine ayni mi olacak? Erol Çevikçe: Ben bugün artik Avrupa’daki çogu önder siyasetçinin, söylediginin yaridan fazlasina inandigini saniyorum. Bizde ise, Sagdakilerin, çoklukla iktidara gelmek için Charles de Gaulle’e hak verdirir bir tutum içinde olduklari söylenebilir… Ama Solda birlikte oldugum liderlerin, inanmadiklarini söylemediklerine büyük oranda tanik olmusumdur. TekSatir: Seffafligi saglayacak yasal düzenlemeleri yapmadan… Hakkinda kusku duyulmayan itibarli insanlar is basina gelmeden… Ülkemizin sorunlarina kalici çözüm bulmak ve toplumsal huzuru saglamak zordur. Sizce ne zaman seffaf bir toplum olabilecegiz? Erol Çevikçe: Bu soruyu eski bir yazimdan kisa bir bölümle cevaplayabiliriz… Söyle ki: “Uluslararasi Seffaflik Örgütü’nün son arastirmasina göre; zengini, fakiri bütün ülkelerde halklarin yakindiklari en önemli sorun ‘yolsuzluk’ imis. Arastirmanin yöneticisi su yorumu yapiyor: ‘Amerikalilarin %62’si ülkesinde yolsuzluk olduguna inaniyor. Kendi hakkinin çalindigini ve sikâyetçi oldugunu söyleyenlerin orani ise %92’nin üzerinde... Ilginçtir, Japon halkinin %96’si da yolsuzluktan sikâyetçi… Türkiye’de ise yolsuzluk olduguna inananlarin orani %94’tür… Bu sonuçlar ülkemizin aci gerçegi, ancak halk adina sevindirici. Özellikle “Susurluk”tan bu yana, yolsuzluklara karsi var olan bilinç ve saglikli tepkinin, önceki yillara göre çok hizli arttigi görülüyor. Bunun iki nedeni var: Birincisi, son yirmi yilda yetisen genç kusaklar, çok daha özgür ve cesur düsünebiliyor ve açiklayabiliyor. Üstelik genç nüfusun %30’una yakin en etkin kesimini bu kusak olusturuyor. Ikincisi ise halkin kendisini, siyasal ideolojilerden ve bunun beynindeki baskisindan büyük oranda siyirdigi anlasiliyor. Elbette, toplumsal sorumluluk bilinci azalsa da; bireysellik arttikça, kisi özel yararina karsi ve kendisine yapilan haksiz ve adaletsiz tutum ve tavirlara daha sert tepki verebiliyor. Uluslararasi Seffaflik Örgütü’nün arastirmasi gösteriyor ki, ‘Türkiye Treni’ çagdas, laik, demokrat bir toplum olmaya dogru hizla yol aliyor. Türk halki kentlestikçe, gençlestikçe, kendine güveni artiyor, her bakimdan zenginlesiyor. Toplum Erbakan’i, Demirel’i, Ecevit’i tarihe birakti artik. Gerçekligine inandigim bu yargilarimin altinda Mustafa Kemal’in ‘Gençlige Ögüdü’nü dogru anlamam yatiyor. Çagdas Kuvayi Milliyeci ve CHP’li olmak için böyle düsünüyorum…” TekSatir: Günümüzün siyasetçi portrelerini birkaç cümle ile özetlemenizi istesek… Erol Çevikçe: 1960’dan bu yana, her müdahale sonunda, daha yolun basinda olan birçok yetenekli ve basarili siyaset adami tasfiye edildi. Dolaysiyla, rastlantilarin kimleri öne çikardigini izlemek gerekir… Merhum Özal ile DPT’de çok yakin çalistim. Birlikte hükümet oldugumuz dönem deneyimlerimden Özal ailesini iyi tanidigimi saniyorum. Turgut Özal’in Dünya Bankasi’ndayken, 1983’te Türkiye’ye dönüp parti kuracagini duydugumda: “Eski müstesarimdan her sey olur ama politikaci olmaz!” demistim. Ecevit’in 5+5 Anayasa degisikligini, sira kendine gelir diye Mesut Yilmaz engellemeseydi; Cumhurbaskanligini sürdürecek olan Demirel 2002’de erken seçimi yaptirmazdi. Devlet Bahçeli de, hükümetten dislanacaginin korkusuyla erken seçimi zorlamasa; 2004’de olagan zamaninda yapilacak seçimde, AKP tek basina iktidara gelecek oyu alamazdi… Necmettin Erbakan, partisi kapandiginda Genel Baskanligi Recai Kutan’in yerine Bülent Arinç’a verseydi; bugün AKP ve Tayip Erdogan yoktu… 27 Nisan 2007’de “e-darbe” olmasaydi, erken seçim olmaz ve Abdullah Gül Çankaya’ya çikmazdi… Bütün bu rastlantilar, siyaset adamlarimizin portresini tanimliyor olmalidir. TekSatir: Türk siyasetinde kadinin yeri nedir? Erol Çevikçe: Tansu Çiller’in Basbakanlik düzeyine çikmasi, kadinlarin politikadaki etkinligi açisindan bir renkli anidir. Kadinin Meclise yansimasi; kamuoyunun, kadinlarin sözlerine bagli olduklarini gösterdiklerini takdir etmesinden kaynaklanmaktadir. Kadinlarin yerel yönetimler ve parti örgütlerindeki sayisi ve etkinligi ise; Hindistan’dan bile geridedir. Gerçek anlamda “siyasette kadinin adi yoktur” denebilecek ülkelerin en basinda, ne yazik ki ülkemiz gelir. TekSatir: 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde, toplam seçmenin yarisinin kadinlar olmasina ragmen; (% 49,27’si erkek: 23.653.428 ve % 50.73’si kadin: 24.353.222) yerel yönetimlerde yer alamadilar. Sizce neden siyasal yasamda kadinlar yeterli sayida yer alamiyor? Erol Çevikçe: Bunun nedeninin birincisi tarihidir… Kadinlarin seçme-seçilme hakkini, sandigin halkin önüne kondugu ilk günden veren ülke olmamiza karsin; devlet yönetimimiz, Osmanlidan beri kadini yok sayan ilke ve kurallari hala ayiklayamamistir… Ikincisi, toplumsal yapimiz, erkek egemen bir kökten geliyor. Dolaysiyla, politik yapimiz çagdas anlamda sosyallesememistir. TekSatir: Nüfusun yarisinin temsil edilmedigi bir ülkede, alinan kararlarin ve tabii sonra da uygulamalarin, demokratik ve çogulcu oldugundan söz etmek mümkün olabilir mi? Erol Çevikçe: Seçime katilim ve seçim sistemi yüzünden, meclise hak ettiginden daha çok sayida girmeyi hiçbir demokrasi uzun süre kaldiramaz. Seçimde adaletli temsil ve siyasette -yani ülkede- istikrar ikilemi, bütün dünyada tartisilan bir sorun. Gelismis Avrupa demokrasilerinde seçime katilma orani gittikçe düsmektedir. Ancak halkin yarari ve çikari için henüz klasik demokrasiyi asan bir yol bulanamadi. Bizde geçmiste yasanan koalisyon istikrarsizliklari ve enflasyonlar, %10 barajini savunulur yapti. AKP iktidarda kaldikça, bu seçim yasasinin degismesi beklenemez. Ayrica katilim konusunda genel seçimlerde sikinti yasanmistir. Son yerel seçimler, genel seçime oranla daha umut verici niteliktedir. Özellikle seçime katilmayi etkileyen birinci neden; halkin as ve is derdidir. Bu nedenle önümüzde ki seçimde iktidara karsi tepkinin sandiga yansiyacagini umuyorum. TekSatir: Türk siyasetinde kadinin yeri nedir? Erol Çevikçe: Tansu Çiller’in Basbakanlik düzeyine çikmasi, kadinlarin politikadaki etkinligi açisindan bir renkli anidir. Kadinin Meclise yansimasi; kamuoyunun, kadinlarin sözlerine bagli olduklarini gösterdiklerini takdir etmesinden kaynaklanmaktadir. Kadinlarin yerel yönetimler ve parti örgütlerindeki sayisi ve etkinligi ise; Hindistan’dan bile geridedir. Gerçek anlamda “siyasette kadinin adi yoktur” denebilecek ülkelerin en basinda, ne yazik ki ülkemiz gelir. TekSatir: 29 Mart 2009 yerel seçimlerinde, toplam seçmenin yarisinin kadinlar olmasina ragmen; (% 49,27’si erkek: 23.653.428 ve % 50.73’si kadin: 24.353.222) yerel yönetimlerde yer alamadilar. Sizce neden siyasal yasamda kadinlar yeterli sayida yer alamiyor? Erol Çevikçe: Bunun nedeninin birincisi tarihidir… Kadinlarin seçme-seçilme hakkini, sandigin halkin önüne kondugu ilk günden veren ülke olmamiza karsin; devlet yönetimimiz, Osmanlidan beri kadini yok sayan ilke ve kurallari hala ayiklayamamistir… Ikincisi, toplumsal yapimiz, erkek egemen bir kökten geliyor. Dolaysiyla, politik yapimiz çagdas anlamda sosyallesememistir. TekSatir: Nüfusun yarisinin temsil edilmedigi bir ülkede, alinan kararlarin ve tabii sonra da uygulamalarin, demokratik ve çogulcu oldugundan söz etmek mümkün olabilir mi? Erol Çevikçe: Seçime katilim ve seçim sistemi yüzünden, meclise hak ettiginden daha çok sayida girmeyi hiçbir demokrasi uzun süre kaldiramaz. Seçimde adaletli temsil ve siyasette -yani ülkede- istikrar ikilemi, bütün dünyada tartisilan bir sorun. Gelismis Avrupa demokrasilerinde seçime katilma orani gittikçe düsmektedir. Ancak halkin yarari ve çikari için henüz klasik demokrasiyi asan bir yol bulanamadi. Bizde geçmiste yasanan koalisyon istikrarsizliklari ve enflasyonlar, %10 barajini savunulur yapti. AKP iktidarda kaldikça, bu seçim yasasinin degismesi beklenemez. Ayrica katilim konusunda genel seçimlerde sikinti yasanmistir. Son yerel seçimler, genel seçime oranla daha umut verici niteliktedir. Özellikle seçime katilmayi etkileyen birinci neden; halkin as ve is derdidir. Bu nedenle önümüzde ki seçimde iktidara karsi tepkinin sandiga yansiyacagini umuyorum. TekSatir: Gündeme gelirsek… Geçtigimiz günlerde Teksatir’da yaptigimiz bir arastirma sonucuna göre “Kürt Açilimi”nin mevcut sorunlari çözecegine inanlarin orani %13 iken; inanmayanlarin orani %71’lerde çikti. Peki, siz, “Kürt Açilimi”nin mevcut sorunlari çözecegine inaniyor musunuz? Erol Çevikçe: Benim 35 yillik deneyimimden anladigim, bu taraftan Iktidar ve kendini yetkili sayan herkes; öbür taraftan DTP, PKK, Imrali ve hatta ABD ile Kuzey Irak’taki Federe Devlet; kimine göre ‘Kürt Açilimi’ kimine göre ‘Demokrasi Açilimi’nin sonunun yine ‘çözümsüzlük’ olacagini görecekler. AKP adina bir eski bakan daha iki gün önce sunu söyledi: ‘Basbakanin bir tek kirmizi çizgisi var: Çözümsüzlük…’ Aynen 2002’den bu yana Basbakanin Kibris sorununu Annan Planina bagli olarak yürüttügü gibi… Onun için de açilim demisti. Bu gün Kibris’ta artik Cumhurbaskani M. Ali Talat da kabullendi ki, Denktas hakli imis… Sorun daha da giriftlesti. Yani, Kuzey Kibris için en iyi çözüm çözümsüzlükmüs… Simdi ‘Kürt Açilimi’ derken, AKP’nin ortada açilim adina, hiçbir somut önerisi olmadigi açikça anlasildi. ‘Neler olmayacak, neleri yapacaksiniz?’ sorusuna, Dis Isler Bakani Ahmet Davutoglu’nun verdigi yanit su: ‘Resmi dilde degisiklik olmayacak, asla. Federasyon ya da özerklik olmayacak, kesinlikle. Üniter yapiya halel getirecek hiç bir adim atilmayacak. Kürtçe egitimle karistirilmasin, bu degil. Seçmeli Kürtçe egitimi olabilir. Egitim dili Türkçedir. Ama isteyen ögrenciye seçmeli olarak Kürtçe dersi verilebilir. Isteyen ögrensin. Bu bireysel bir taleptir, kimse kolektif hak gibi görmesin…’ Bu kirmizi çizgilerin hiç birisi yeni degil. En kurnaz yaklasan DTP Genel Baskani Ahmet Türk, Basbakanla yaptigi görüsmeden: ‘Hiçbir ön yargi ve kirmizi çizgi olmamalidir!’ diyerek çikti. Açilimdan beklentilerinin basliklari olarak da: Anayasada etnik vatandasliga açilan degisiklik; anadilde resmi egitim; sonuçta federal yapiya dönüsecek yerel yönetim özerkligi; gibi yillardir ileri sürdükleri taleplerini yineledi. Türkiye’nin son otuz yilda gündemden düsmeyen iki önemli sorunu vardir. Ayrilikçi siyasal hareketin tirmanisi (terör bu siyasetin bir aracidir) ve Rumlarin, adanin tamamina egemen olma politikasi yüzünden ‘Kibris sorunu’. Bu iki sorun da, aslinda, Komünizm Moskova’da çökene kadar; NATO ile -daha açikçasi ABD ile- bugünkü adiyla Rusya arasindaki soguk savas yüzünden yaratilmisti ve sürdürülüyordu. Türkiye açisindan, 1990’larin basindan beri de ABD ve AB’nin Ortadogu’daki çikarlarina bagli olarak boyut ve nitelik degistirerek tirmaniyor. TekSatir: Kurdish Globe gazetesi, Kürt açiliminin Beyaz Saray’in destegiyle basladigini iddia etti. Sizce, bu bir spekülasyon mu? Erol Çevikçe: Kanimca ABD Irak’tan çekilecegi için, Kürt Bölgesine yeni bir düzen vermek istiyor. Bu çözüm ise Türkiyesiz olamiyor. Dolaysiyla, bazilarinin söyledigi gibi AKP Hükümetinin ‘Kürt Açilimi’, ABD’nin baskisi ile degilse de, o gerçegi kabullenen Abdullah Gül-Tayyip Erdogan ikilisi bir seyleri kendiliklerinden yapmak zorunda kaldilar. Oysa Irak’in isgalinden önce Bush yönetiminin sonuç veren plani olmadigi gibi; bu defa Obama yönetiminin de Kuzey Irak’ta hiçbir geçerli plani yoktur. PKK tasfiye edilmeden Türkiye’de hiçbir hükümet Kuzey Irak’ta bir çözüme alet olma cesaretini ve gücünü kendinde bulamaz. Demokrat ve liberal geçinen bazi aydinlar Kibris’ta ‘Annan Planina evet’ diyerek çözüm olacagini ummuslardi. Simdi de AKP Hükümetinin ‘Demokratik Açilim’ yapiyorum diye ABD’nin bosaltacagi Kuzey Irak’ta ve dolaysiyla Diyarbakir’da baris saglanacagina inananlarin bir kez daha yanildiklarini bir süre sonra herkes görecektir… TekSatir: Kürt Açilimi hakkinda, öncelikle sokaktaki insanin dogru bilgilendirilmesi sart gibi görünüyor… Siyasetçiler, son günlerde gündemden düsmeyen bu konu hakkinda halki nasil bilgilendirmelidir? Erol Çevikçe: Bu konuda her gün halkin kafasinin daha beter karistigi bir gerçek. Tartisma tam bir agiz kavgasina dönüstü. Bir dönüs olabilir mi? Belki son konusmasinda CHP Genel Baskani ilk kez sakin ve sagduyuya yanit veren, önemli basliklarin altini çizdi. En azindan Basbakan ondan bir isaret alabilir, diye ümitlenilebilir. TekSatir: Türkiye’de din ve irkin siyasetin içinde oldugunu söyleyebilir misiniz? Erol Çevikçe: Halkin oyuyla seçilen iktidarlarin oldugu hiçbir ülkede, din ve irk bu denli etkili olmamistir. TekSatir: Siyasi kimliginizin yani sira köse yazarligi da yapiyorsunuz. Ek olarak “Enflasyon - Yirmi Yilda Ne Degisti?” adli bir de kitabiniz var. Sizi yazmaya yönelten etkenler nedir? Erol Çevikçe: Ben sosyal bilim okumus, ülkeme ve halkima karsi görevlerim olduguna inanmis, bir yurttasim... Devlet Planlama Teskilatinda görev aldigim 1963 yilindan beri, özellikle ekonomik sorunlarimizla ilgili bir seyler düsünmeyi ve basarabilirsem yazmayi hep görev bildim. 1973’te eylemli politikaya baslayinca, düsüncelerimi önce partimin organlarinda ve mecliste ileri sürmem gerekiyordu. Öyle de yaptim. 1999’da partim meclise giremeyince, Genel Baskanim Deniz Baykal ile birlikte; en azindan bir süre görevlerimizi yeni arkadaslara birakmamiz gerektiginde israrli oldum. Kabul etmedi. Ben de o tarihten beri partide ve mecliste, birlikte görev yapmama karari sürdürüyorum… Düsünce, öneri ve beklentilerimi yazarak sizlerle paylasmayi görev bildim. Çünkü inaniyorum ki, bir ülkenin gelismislik düzeyini; okuma aliskanliginin yüksekliginden daha çok, yazma becerisinin düzeyi belirler… Bu güzel sohbet için Teksatir adina çok tesekkür ederiz. 1-Ben 27 Mayis 1960 ihtilali öncesinden Istanbul Üniversitesi ögrencisiyim. O dönem Türkiye’de siyasetin dinamik ve açilim kazandigi bir dönemdir. Yine o devre, özellikle dünyada oldugu gibi ülkemizde de sol düsünce akimlari hizli gelismis ve benim kusagim bu akimlardan çok etkilenmistir. Marksizmin ve komünizmin yayginlastigi o yillarda ülkemiz gençliginin toplumsal duyarligi en yüksek düzeye çikmistir. Hepimiz çagdas uygarliga erismenin ancak merkezi planlama ile olabilecegine inanmistik. O nedenle, 1961 anayasasini ve Devlet Planlama Teskilatinin (DPT) kurulmasini çok önemsemistik. Dolaysiyla, siyasete ilgi duymak benim kusagimin halka ve ülkemize karsi temel göreviydi. 2-DPT’de sorumlu bir konumda iken, CHP’den Adana milletvekili listesinde yer alma çagrisi aldim. 1973 seçiminde Ecevit’in önderligindeki ortanin solundaki CHP Meclis grubunda eylemli politika yasamim basladi. 1974 Hükümetinde genç yasimda Bayindirlik Bakani olarak hükümet düzeyinde sorumluluklar almaya basladim. Sonrasi parti yasamina uyum saglamak ve parti örgütü içinde demokratik yarisi basarmak için özverili bir çalisma dönemine girdim. 1976 Kurultayi ile Deniz Baykal’la birlikte Ecevit’e karsi muhalefete basladik. Aylarca Anadolu’da örgüt çalismasi yapmamizin sonucu, bu günlere kadar uzanan Baykalci Hareket basarili oldu. 1999’da CHP Meclis disinda kalana deke SHP’de ve yeniden açilan CHP’de Genel Baskan Yardimciligi düzeyinde siyasetin en sorumlu görevlerinde oldum. 3- Artik siyasette bireysel degil örgütlü ve paylasilan bir etkinlik geçerlidir. Partimin basarisi için görevlerimi yerine getirebildiysem onur duyarim. Bunun da takdiri gerçek partililerin ve halkindir. 4- Ünlü çok siyasetçi geçinenlerin bilindiginin binde biri kadar taninan bir kisi olmadim. Saniyorum, gaf yapmama konusundaki duyarligim sayesinde bu gün herkesin yüzüne gülerek bakiyorum. 5- Elbette. Bakiniz su günlerde basbakanlik, bakanlik, genel baskanlik düzeyinde lafini bilmeyenlerin, agzindan çikani kulagi duymayanlarin ya da hakaret ederek hakli çikmak isteyenlerin ülkemizi getirdigi ortamin yarattigi gerginlige ve umutsuzluga dikkatinizi çekmek isterim. 6-ABD’de eski baskanlardan Nixon ikinci kez kazandiginda bir kitap yayinlanmisti: “Baskanin Pazarlanmasi”. Kitap, liderlerin basarisinin da bir ticari ürün gibi pazarlama konusu oldugunu belgeliyordu. Yani gerçek olan, politikada basarinin püf noktasi “siyasi iletisimdir”. Benim bunca yil sonra inandigim bir dogru vardir, “önemli olan politikacinin ne oldugu degil, ne gözüktügüdür”. 1950 sonrasi Menderes’le baslayan sandiktan basbakan çikma dönemi iyi okunursa, siyasal iletisimin sonucu belirledigi açikça görülür. Sagda Demirel, Özal ve günümüzde Erdogan’in basarilarinin arkasinda siyasal iletisime verdikleri önem yatar. Solda, Ecevit’in özellikle 1977 seçim basarisinda en büyük payin da bu konu oldugu arastirmacilarla belgelenmistir. Bence, çok üstün yeteneklerine ve siyasal birikimine karsin Baykal’in en büyük eksikligi, bu konuyu önemsemekteki israridir. Liderlerde bu nerden kaynaklaniyor derseniz? Öncelikle yetisme ve egitim yapimizin, henüz gelismis demokratik ülkelerdeki düzeye erismemis olmasi. Ve duygusal etkilerin agirlik kazandigi kisilik yapisi hala bizim gibi ülkelerde çok önem tasiyor. Bu biliyorsunuz hemen her konuda böyledir. Günümüzde artik demokratik siyasal aliskanligi gelismis ülke politikacilari duygularina tam anlami ile gem vurmayi becermekteler. 7- Ben Avrupa’da bu gün artik çogu önder politikacinin, söylediginin yaridan çoguna inandigini saniyorum. Bizde ise Soldaki birlikte oldugum liderlerin büyük oranda inanmadiklarini söylemediklerine tanik olmusumdur. Sagdakilerin, çoklukla iktidara gelmek için Charles de Gaulle’e hak verdirir bir tutum içinde olduklari söylenebilir. 8- Bu soruyu eski bir yazimla yanitliyorum. Siz özetleyebilirsiniz: “Uluslararasi seffaflik örgütünün son arastirmasina göre zengini, fakiri bütün ülkelerde halklarin yakindiklari en önemli sorun, “Yolsuzluk” mus. Arastirmanin yöneticisi, ülkesindeki yolsuzluklar dolayisiyla en az rahatsizlik belirten halkin, Amerikalilar ancak bundan yararinin azaldigini ve o nedenle sikayetçi oldugunu belirtenlerin orani ise % 46’dir. Bu örgütün belirttigine göre Türkiye’de yolsuzluk oldugu inancini belirtenlerin oldugunu söylüyor. Amerikalilarin %62’si ülkesinde yolsuzluk oldugunu belirtiyor, orani %94’dür. Kendi hakkinin çalindigini ve sikayetçi oldugunu söyleyenlerin orani ise %92’nin üzerindedir. Ilginçtir, Japon halkinin da %96’si yolsuzluktan sikayetçi. Bu sonuçlar ülkemizin aci gerçegi, ancak halk adina sevindirici. Özellikle “Susurluk” dan bu yana yolsuzluklara karsi varolan bilinç ve saglikli tepkinin, önceki yillara göre çok hizli arttigi görülüyor. Bunun iki nedeni var: Birincisi, son yirmi yilda yetisen genç kusaklar çok daha özgür ve cesur düsünebiliyor ve açikliyor. Üstelik genç nüfusun %30’una yakin en etkin kesimini bu kusak olusturuyor. Ikincisi ise halkin kendisini, siyasal ideolojilerden ve bunun beynindeki baskisindan büyük oranda siyirdigi anlasiliyor. Elbette, bireysellik arttikça toplumsal sorumluluk bilinci azalsa da, kisi özel yararina karsi ve kendisine yapilan haksiz ve adaletsiz tutum ve tavirlara daha sert tepki gösterebiliyor. Halk maddi hesaplar ve yararlar konusunda eskiye oranla daha çabuk ve somut dayanisma gösteriyor. Sinifsal ayriliga dayanan siyasal kavgalar zamanla çok zayifladigi için, maddi yarar dayanismasi daha kolay saglaniyor. Sendikalarin üye sayisini, gücünü ve etkinligini yitirmesine karsin, sivil toplum örgütlerinin gelismesi ve etkinliginin hizla artmasi, Devlet ve Politika gibi Kurumlarin karsisinda daha genis bir halk kesimi, hakkini aramakta ve almaktadir. Bütün bunlar aslinda demokrasinin özellikle Susurluktan sonra çok ciddi yol aldigini gösteriyor. Elbette Avrupa Birligi’ne gidisteki hizlanan Kuramsal ve Kurumsal gelismelerin payi vardir. Ancak yasa yaparak veya degistirerek, sosyolojik ve toplumsal yapiyi hizli degistirmek mümkün degildir. Toplumun ekonomik ve o nedenle gelisen bilinç düzeyi ve gücü, gelismenin asil nedeni olmadikça; Ülke Demokrasiye, Birey Özgürlügüne tam anlami ile kavusamaz. Bu anket gösteriyor ki, ‘Türkiye Treni’ çagdas, laik, demokrat bir toplum olmaya dogru hizla yol aliyor. Türk halki kentlestikçe, gençlestikçe, kendine güveni artiyor, her bakimdan zenginlesiyor. Toplum Erbakan’i, Demirel’i , Ecevit’i tarihe birakti artik. Gerçekligine inandigim bu yargilarimin altinda Mustafa Kemal’in ‘Gençlige Ögüdü’nü dogru anlamam yatiyor. Çagdas Kuvayi Milliyeci ve CHP’li olmak için böyle düsünüyorum”. 9-1960’dan bu yana her müdahale sonunda daha yolun basinda olan bir çok yetenekli ve basarili siyaset adami tasfiye edildi. Dolaysiyla rastlantilarin kimleri öne çikardigini izlemek gerekir. Özal’la DPT’de çok yakin çalisti. Birlikte hükümet oldugumuz deneyimlerimden Özal ailesini iyi tanidigimi saniyorum. 1983’te Turgut Özal Dünya Bankasinda iken Türkiye’ye dönüp parti kuracagini duydugumda, “eski müstesarimdan her sey olur ama politikaci olmaz” demistim. Ecevit’in 5+5 Anayasa degisikligini, sira kendine gelir diye Mesut Yilmaz engellemese idi Cumhurbaskanligi sürdürecek olan Demirel 2002’de erken seçimi yaptirmazdi. Devlet Bahçeli hükümetten dislanacagi korkusu ile erken seçimi zorlamasa 2004’de olagan zamaninda yapilacak seçimde AKP tek basina iktidara gelecek oyu alamazdi. Erbakan, partisi kapandiginda genel baskanligi Recai Kutan’in yerine Bülent Arinç’a verse idi bu gün AKP ve Tayip Erdogan yoktu. 27 Nisan 2007 e-darbesi olmasaydi, erken seçim olmaz ve Abdullah Gül Çankaya’ya çikmazdi. Bu rastlantilar siyaset adamlarimizin portresini tanimliyor olmalidir. 10- Tansu Çiller’in basbakanlik düzeyine çikmasi kadinlarin politikadaki etkinligi açisindan bir renkli anidir. Meclisteki kadin görüntüleri, kamuoyundaki sözlerine bagli olduklarini göstermeye yeterli takdirlerinden olusmaktadir. Kadinlarin yerel yönetimlerde ve parti örgütlerindeki sayisi ve etkinligi ise Hindistan’dan bile çok geridedir. Siyasette gerçek anlamda “siyasette kadinin adi yoktur” denebilecek ülkelerin en basinda ne yazik ki ülkemiz gelir. 11- Bunun nedeninin ilki tarihidir. Kadinlarin seçme seçilme hakkini, sandigin halkin önüne kondugu ilk günden veren ülke olmamiza karsin devlet yönetimimiz, Osmanlidan beri kadini yok sayan ilke ve kurallari hala ayiklayamamistir. Ikincisi, toplumsal yapimiz, erkek egemen bir kökten geliyor. Dolaysiyla, politik yapimiz çagdas anlamda sosyallesememistir. 12-Seçime katilim ve seçim sistemi yüzünden meclise hak ettiginden daha çok sayida girmeyi hiçbir demokrasi uzun süre kaldiramaz. Seçimde adaletli temsil ve siyasette yani ülkede istikrar ikilemi bütün dünyada tartisilan bir sorun. Gelismis Avrupa demokrasilerinde seçime katilma orani gittikçe düsmektedir. Ancak halkin yarari ve çikari için henüz klasik demokrasiyi asan bir yol bulanamadi. Bizde geçmiste yasanan koalisyon istikrarsizliklari ve enflasyon yüzde 10 barajini savunulur yapti. AKP kaldikça bu seçim yasasinin degismesi beklenemez. Ayrica seçime katilim konusunda da genel seçimlerde sikinti yasanmistir. Genel seçime oranla son yerel seçimler daha umut verici niteliktedir. Özellikle seçime katilmayi etkileyen birinci neden halkin as ve is derdidir. Bu nedenle önümüzde ki seçimde iktidara karsi tepkinin sandiga yansiyacagini umuyorum. 13- Bu soruyu da çok yeni bir yazimi ekleyerek yanitliyorum. Siz istediginiz gibi özetleyebilirsiniz. “Benim 35 yillik deneyimimden anladigim, bu taraftan Iktidar ve kendini yetkili sayan herkes, öbür taraftan DTP, PKK, Imrali ve hatta ABD, Kuzey Irak’taki Federe Devlet, kimine göre “Kürt Açilimi” kimine göre ise “Demokrasi Açilimi” denen bu gündemin, sonunun yine “çözümsüzlük” olacagini görecekler. AKP adina bir eski bakan daha iki gün önce sunu söyledi: “Basbakanin bir tek ‘kirmiziçizgisi’ var, ‘çözümsüzlük’. Aynen 2002’den bu yana Basbakanin Kibris sorununu Annan Planina bagli olarak yürüttügü gibi. Onun içinde açilim demisti. Bu gün Kibris’ta artik Cumhurbaskani M. Ali Polat da kabullendi ki, Denktas hakli imis, sorun daha da giriftlesti. Yani, Kuzey Kibris için en iyi çözüm çözümsüzlükmüs. Simdi “Kürt Açilimi” derken AKP’nin ortada açilim adina, hiçbir somut önerisi olmadigi açikça anlasildi. “Neler olmayacak, neleri yapacaksiniz? Sorusuna Dis Isler Bakani Davutoglu’nun verdigi yanit su: “Resmi dilde degisiklik olmayacak, asla. Federasyon ya da özerklik olmayacak, kesinlikle. Üniter yapiya halel getirecek hiç bir adim atilmayacak, Kürtçe egitimle karistirilmasin, bu degil. Seçmeli Kürtçe egitimi olabilir. Egitim dili Türkçedir. Ama isteyen ögrenciye seçmeli olarak Kürtçe dersi verilebilir. Isteyen ögrensin. Bu bireysel temelde bir taleptir, kimse kollektif hak gibi görmesin, öyle göstermesin. Türkler ve Kürtler genis bir cografyada beraber yasiyorlar. Mümkün degil”. Bu kirmiz çizgilerin hiç birisi yeni degil. En kurnaz yaklasan DTP Genel Baskani Türk, Basbakanla yaptigi görüsmeden, “hiçbir ön yargi ve kirmiziçizgi olmamalidir” diyerek çikti. Açilimdan beklentilerinin basliklari olarak ta, Anayasa da etnik vatandasliga açilan degisiklik, ana dilde resmi egitim, sonuçta federal yapiya dönüsecek yerel yönetim özerkligi gibi yillardir ileri sürdükleri taleplerini yineledi. Türkiye’nin son otuz yilda gündemden düsmeyen iki önemli sorunu vardir. Ayrilikçi siyasal hareketin tirmanisi (terör bu siyasetin bir aracidir) ve Rumlarin, adanin tamamina egemen olma politikasi yüzünden “Kibris sorunu”. Bu iki sorun da aslinda Komünizm Moskova’da çökene kadar, NATO daha açikçasi ABD ile bu günkü adi ile Rusya arasindaki soguk savas yüzünden yaratilmisti ve sürdürülüyor idi. 1990’larin basindan beri de Türkiye açisindan, ABD ve Avrupa Birliginin (AB) Orta Dogudaki çikarlarina bagli olarak boyut ve nitelik degistirerek tirmaniyor. ABD Irak’tan çekilecegi için Kürt Bölgesine yeni bir düzen vermek istiyor. Bu çözüm ise Türkiyesiz olamiyor. Dolaysiyla, bazilarinin söyledigi gibi AKP Hükümetinin “Kürt Açilimi”, ABD’nin baskisi ile degilse de, o gerçegi kabullenen Gül-Erdogan ikilisi bir seyleri kendiliklerinden yapmak zorunda kaldilar. Oysa Irak’in isgalinden önce Bush yönetiminin sonuç veren plani olmadigi gibi bu kez de Obama yönetiminin de Kuzey Irak’ta hiçbir geçerli plani yoktur. PKK tasfiye edilmeden Türkiye’de hiçbir hükümet Kuzey Irak’ta bir çözüme alet olma cesaretini ve gücünü kendinde bulamaz. Demokrat ve liberal geçinen bazi aydinlar Kibris’ta Annan Planina evet diyerek çözüm olacagini ummuslardi. Simdi de AKP Hükümetinin “Demokratik Açilim” yapiyorum diye ABD’nin bosaltacagi Kuzey Irak’ta ve dolaysiyla Diyarbakir’da baris saglanacagina inananlarin bir kez daha yanildiklarini bir süre sonra herkes görecektir”. 14- Bu konuda her gün halkin kafasinin daha beter karistigi bir gerçek. Tartisma tam bir agiz kavgasina dönüstü. Bir dönüs olabilir mi? Belki son konusmasinda CHP Genel Baskani ilk kez sakin ve sagduyuya yanit veren, önemli basliklarin altini çizdi. En azindan Basbakan ondan bir isaret alabilir, diye ümitlenilebilir. 15- 13. soruya yanitimda bu var, oradan çikarabilirsiniz. 16- Halkin oyu ile seçilen iktidarlarin oldugu hiçbir ülkede, din ve irk bu denli etkili olmamistir. 17-Ben sosyal bilim okumus ve ülkeme halkima karsi görevlerim olduguna inanmis bir kisiyim. 1963 yilinda Devlet Planlama teskilatinda görev aldigimdan beri özellikle ekonomik sorunlarimizla ilgili bir seyler düsünmeyi ve basarabilirsem yazmayi hep görev bildim. 1973’te eylemli politikaya baslayinca düsüncelerimi önce partimin organlarinda ve mecliste ileri sürmem gerekiyordu. Öyle de yaptim. 1999’da partim meclise giremeyince Genel Baskanim Deniz Baykal’la birlikte en azinda bir süre görevlerimizi yeni arkadaslara birakmamiz gerektiginde israrli oldum. Kabul etmedi. Ben de o tarihten beri partide ve mecliste, birlikte görev yapmama kararimi sürdürüyorum. Düsünce, öneri ve beklentilerimi yazarak sizlerle paylasmayi görev bildim. Çünkü inaniyorum ki, bir ülkenin gelismislik düzeyini, okuma aliskanliginin yüksekliginden daha çok yazma becerisinin düzeyi belirler. Bu güzel sohbet için Teksatir adina çok tesekkür ederiz |
Tarih: 2.09.2009 19:50:48 |
Okunma : 629 |
Kategori : Vatan Gazetesi |