Cevikce / Haber ayrıntısı
MAGRURLANMA PADISAHIM!.. |
CHP’li milletvekilleri her yolu denediler ama asil hedefi Imam Hatiplerin orta kismini açmak olan 4+4+4’ün komisyondan geçmesini engelleyemediler. |
|
Çünkü tartismaya ilk günden yanlis basladilar. Sanki TÜSIAD Baskani Ümit Boyner’in gerekçesi ile ve onun arkasindan yola çiktilar. Daha dogrusu öyle gözüktüler. Basbakan açikça, “dindar nesil yetistirmek için bu yasayi degistiriyorum” derken, CHP aynen Boyner gibi “kesintili egitim, kizlarin çocuk yasta çalistirilarak istismari v.s gibi” gerekçeleri öne çikardi. Bu durumu izlerken aklima, Genel Sekreter Baykal’in yardimcisiyken birlikte TÜSIAD’a gittigimiz 1989 yilindaki tepkiler geldi. “Nasil olur da, kapitalist düzenin bir örgütüyle bir araya gelebilirmisiz!” diye, parti içinden ve disindan çok agir suçlamayla karsilasmistik. Üstelik suçlama bir “hesap vermeye” dönüstürülmüs, yillarca parti kurullarinda ve kurultaylarda gündeme getirilmisti. Bir seyin altini çizmeyi hep sürdürüyorum; “AKP’nin ülkeyi getirdigi bu günlerin nedenlerini ve arkasini anlamak için 12 Eylül Darbesini dogru okumak gerekir. Gittikçe tirmanan toplumsal, siyasal ve hukuksal gerginligin asil nedeni, politik yapinin o tarihte darmadagin edilmesidir. Varlik nedeni laik demokratik cumhuriyeti çagdas uygarlik düzeyine çikarmak olan iki partinin, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin ve Demokrat Parti (DP)’nin devami olan Adalet Partisi (AP) nin kapatilmasi bütün sorunlarin kaynagi olmustur”. 1950’den beri bu iki partinin arasinda, siyasal ilkeler ve amaçlar üzerinden yapilan bir iktidar yarisi vardi. AP, liberal kapitalist ve muhafazakâr, CHP’de Sosyal Demokrat devrimci bir parti olarak bilinir ve öyle algilanirdi. Iki partinin arasindaki yaris, tartisma ve hatta kavgalar, bir anlamda soguk savasin taraflari arasindaki gibi, kapitalizm-sosyalizmin gölgesinde sürerdi. Ismet Pasa’nin 1966’da “CHP ortanin solundadir” demesiyle baslayan dönemin özelligi, AP’nin ülkeyi, serbest piyasa sevdasiyla destekledigi holdinglerin elinde kalkindirma politikasina karsi, CHP’nin ekonomik ve sosyal planlamayi esas alan devletçi yaklasimi, olmustur. 12 Eylül sonrasi, bu partilerin kapatilmasi ve siyasal tabanin dagilmasiyla bu yapi kirildi. Kurulan yeni partilerin arasinda ilk yillarda var olan bu iki seçenekli yapi, komünizmin Moskova’da çökmesiyle de, bütün dünyada oldugu gibi Türkiye’de de son buldu. 1990’larin ikinci yarisindan sonra ise temel sorunu as ve is olan halkin indinde, sayisi 50’lere varan partilerin arasinda, siyasal anlamda hiçbir ayirim kalmadi. Küresel düzen, hemen bütün dünyayi etkisi altina aldi. Küresel sermaye ulus devletin sinirlarini asti ve görünmez eller, borsalar yoluyla tüm ekonomileri yönlendirir oldu. Bu nedenle, partiler arasinda ilkesel bir yaristan söz etmek, gerçegi yansitmaz oldu. 21. yüzyila girerken Türkiye, iktidar partisiyle ana muhalefet partisi arasinda degil, R.Tayyip Erdogan’la Deniz Baykal arasinda sürüp giden gergin bir kisisel çekismeyi yasamaya basladi. 2007’de hak etmedigi bir oy alan Basbakan Erdogan, seçim aksami partizanlik yapmayacagi sözüne karsin, tek basina karar veren ve uygulayan bir lider rolünü yegledi. 2011 seçimi öncesinde de, bu “kisisel çekisme”, Baykal’in yerine gelen Kemal Kiliçdaroglu ile de devam etti. 12 Haziran’da iki seçmenden birinin oyunu alinca da, artik önünde engel görmeyen Basbakan Erdogan, yillardir özlemini çektigi “sivil vesayetini” kurma sevdasina kapildi. Oysa “küresel tekdüzen” baskisina karsin, gelismis demokrasilerde örnegin Ingiltere’de Isçi Partisi ve Muhafazakârlar, Fransa’da Sosyalist parti ve Cumhuriyetçiler ve hatta Yunanistan’da Sosyalist Hareket ve muhafazakâr Yeni Demokrasi gibi partiler, kimliklerini ve program ayriliklarini korudular. Türkiye’de ise, partiler arasindaki sag-sol ilkesel rekabet artik çok gerilerde kaldi. 2002 seçiminden beri, parti baskanlari arasinda kisisel tartismaya dönen politik ortam, her alanda R.T.Erdogan’in duygu, düsünce ve hesaplarini gerçeklestirecegi dikensiz bir gül bahçesine döndü. Bu ortamin ilkesel anlamda sagcisi da yok, solcusu da. Iktidar, küresel sermayenin Arap cenahiyla anlasinca da, yan bakacak, baksa da etkisi olacak ne parti kaldi, ne sivil toplum örgütü ve ne de cesur ve dogrucu kurumsal yapi. Medyada tek tük yürekli çikanin da, giderek sesi duyulmaz oldu. Ancak, bütün bu kötümser havaya karsin ve hatta toplumun hafizasi zayiftir sanilsa da, yakin geçmiste yasananlar bir gerçegi belgeliyor. Her parti gibi AKP'de oy yitirir. Elbette Erdogan da gider. Halkimiz kendi sesini ve kokusunu aldigi politikaciya hep sahip çikmistir. Bunun, en çarpici iki örnegi; Demirel ile Ecevit'tir. Halk her ikisini de kendinden bilip, benimsedigini göstermek istercesine birine “Çoban Sülü”, digerine “Karaoglan” demistir. 2001 krizinde de, as ve is derdindeki kitleler Kasimpasali Erdogan'i Kendinden bilmisti(!). Halklar sabirlidir. Günü geldiginde sesini çok iyi yükseltir. Ve bu halk her zaman oldugu gibi yarinlarda yine, milyonlara varan is pesindeki ogluna, kizina sahip çikacak bir yeni “KENDINDEN’i” bulma yürekliligini gösterir. |
Tarih: 19.03.2012 19:02:27 |
Okunma : 609 |
Kategori : Vatan Gazetesi |