Cevikce / Haber ayrıntısı
Hukuk degil, Ekonomik Çikar savasimi! |
Hala tartisiliyor; |
|
Kimilerine göre, Türkiye 12 Eylül 1980 öncesi ulastigi çogulcu, katilimci, insan hak ve özgürlüklerine deger veren ve hukuku üstün kilan demokratik düzeye, 1961 anayasasinin devrimci yapisi sayesinde ulasmisti. Kimilerine göre de, 1970’lerin ikinci yarisinda baslayan ve 12 Eylül 1980 darbesine neden olan sag-sol çatismasinin ve ekonomik istikrarsizligin arkasinda, o anayasanin, kanun ve nizam (düzen) gücünü zayiflatmis olmasi vardi. Diyalektik gözle arastiranlara göre ise, toplumsal olaylari ve gelismeleri hukuk ancak geriden izler. Çogu zaman da gerçeklerle uyusmaz. Bugün yasanan, kirilmanin ve geri dönüsün gerçek nedeni, anayasa gibi hukuksal üst yapi kurum ve kurallari ile açiklanamaz. Bilimsel degildir, dogru degildir. Bu ayriliga karsin, herkesin birlestigi konu, 1961 anayasasinin, bir tepki anayasasi oldugudur. 1961 anayasasi, iktidardaki partinin,1960 öncesi toplumun ve bireyin haklarini kisitlayan uygulamalarina karsi dogan tepkiyi içeriyordu. O tepkinin gerekçelerinin basinda, halkin ve sivil toplum örgütlerinin demokratik haklarinin, devletin yetki ve sorumluluklari karsisinda genislemesi, güçlenmesi ve etkinlesmesi vardi. Onun sonucunda, yasama, yürütme ve yargi yetkileri arasinda olmayan bagimsizlik ve özerkligin önü açilmistir. Demokrasinin en önemli kurumu olan örgütlenme hak ve özgürlügü, ilk kez anayasanin güvencesi altinda alinmistir. Toplu sözlesme ve grev hakki yasasi, onun sayesindedir. Demokratik, çagdas ve evrensel basin ve yayin özgürlügü konusunda saglanan açilim da, 1961 anayasasina dayanir. 20 yil sonra yeniden yapilan 12 Eylül anayasasi da, yine tepki anayasasidir. Ancak o tepki, olaylarin gerçek, toplumsal nedenlerine degil, 1961 anayasasinin daha erginlesmemis ve tam oturmamis olan insan haklari, örgütlenme ve sendikal haklar gibi, demokratik özüne karsi tepkidir. O tepki, Ekonomik Planlama, Egitimde Firsat Esitligi, Sosyal Güvenligin adil ve yaygin hale getirilmesi gibi Sosyal Adaletçi hedef ve amaçlara karsi tepkiye dönüstürülmüstür. Sonuçta, 1961 anayasasina tepki olarak Darbeci Generallerin yaptirdigi 12 Eylül Anayasasi da, halkin özellikle çalisanlarin ve adaletten, esitlikten yana olanlarin hak ve yararlarini baski altina alan bir antidemokratik üst hukuk belgesi olmustur. 21. Yüzyila girerken komünizmin Moskova’da çökmesiyle, tek kutuplu duruma giren ve küresel sermayenin isgaline ugrayan çogu ülke gibi Türkiye’de de, ilkesel siyasetin yerini, halkin güncel as-is sorununu istismar etmeyi marifet bilen “partizan politika” almistir. Sonunda iyi niyetli ve demokrasiyi kurum ve kurallariyla benimseyenlerle, “demokrasi hedefe giden yolda amaç degil araçtir” diyerek sandigi silah gibi kullananlarin arasinda seçmen, hakliyi ve dogruyu ayiramaz olmus ve irkçi, asiri dinci ve mezhepçi alt kimlik baskisi altinda kalmistir. 2010 Anayasa degisikligiyle de, iktidar partisi (AKP) halktan aldigi egemenligi temsil yetkisini, tek basina ve tek elden ülkeyi yönetmek isteyen Liderine(!), adeta devretmistir. Fiili baskanlik hirsi içindeki AK Saray, artik “beni degil, anayasayi bana uyduracaksiniz” kavgasina girmistir. Aslinda, uyacagina yemin ettigi var olan anayasaya tümüyle aykiri olan bu tutumuna seklen hukukilik kazandirmak inadinin arkasinda, 17-25 Aralikta ortaya saçilan servet suçlamalarindan kurtulmak oldugu, gün gibi ortadadir. Görüldü ki, iki yildir partiler basta kamusal muhalefeti sindirmek için ülkede yasanan gerginligin, acimasizligin ve hukuksuzlugun asil gerekçesi, milli gelir ve serveti tek elden kontrol etmek ve dagitmaktir. Açikça söylemek gerekirse, “Baskanlik” adi altindaki sistem degisikligi (anayasa degisikligi) tartismasi, görülenin (gösterilenin) tersine “hukuk degil ekonomik” savasimdir. |
Tarih: 6.06.2016 02:57:18 |
Okunma : 516 |
Kategori : BiGazete |