genç kusagi sardigi bir evreyi yasiyordu. 12 Mart Darbesi ve sonrasinda “bol geldi” diye budanan 1961 Anayasasi sayesinde basta, basin özgürlügü, üniversite özerkligi, sendikal haklar ve temsilde esitligi saglayan seçim sistemi olmak üzere, demokratik hak ve özgürlüklerin en küçük beldelere kadar solunmaya baslandigi bir dönem. Türkiye’miz, henüz “az gelismis ülke” sayilan yani alt yapisi yetersiz, cumhuriyetin büyük özveriyle kurabildigi Kamu Iktisadi Tesebbüslerinin (KIT’lerin) sanayi kuruluslariyla kalkinmaya çalisan bir tarim ülkesi. Kendinde, toplumsal görev bilinci olan herkes, hakça bir ekonomik ve sosyal kalkinmanin, ancak “devlet için zorunlu, özel sektör için özendirici” bir “Planlama” ile basarilacagina inaniyor. Yil 1963, ben de, sinavi kazanmis ve Devlet Planlama Teskilatinda çalismaya baslamistim. Ilk ihtiyacim, bir ev bulmakti. O zamanlar, baskent Ankara milyonun altinda nüfuslu bir kent; Bahçelievler hem yeni hem de havasi en temiz bir semt. Halkina kamu hizmeti verme olanagi bulan az sayida sansli birisi olarak ben de, bu günlerde kalabaliktan zor yürünen tenha yollari arsinlamaya koyuldum. Bir aksam saati, 10. Sokak'ta girdigim dairede, evin annesi ile konustuk anlastik ve sözlesmeyi imzaladik. Salonun kösesinde kitaplarina gömülmüs, gözlüklü, bilim adami görünümlü, genç bir üniversiteli dikkatimi çekti. Planlamaci oldugumu duyunca, dersi birakti ve bana sorular sormaya basladi. Yilar sonra bu kez ben arkadasim Ugur Mumcu'ya "Sakincali Piyade olmak seni üzdü mü?" diye sordugumda, gözlerindeki o asil ve sevecen gülümseyisini hiç unutmadim. Ugur Mumcu, dostu olmaktan onur duydugum, inançli bir sosyalist ve ulusunu seven, insanliga karsi bütün yüregi ile bagli ve sorumlu bir aydindi. "Merkezi Ekonomik Planlamanin" ülkesini ve halkini yoksulluktan kurtaracagina bizim gibi bel baglayanlardandi. Üniversitede, gençligin düsünce önderlerindendi. Siyasetin, olumsuzluklarin kaynagi oldugu kadar ekonomik, sosyal toplumsal sorunlarin da ancak onunla çözüleceginin bilinci içindeydi. Özündeki devrimci ruh onu, sömürüye ve ezilmislige baskaldirmaya adeta azmettirmisti. O nedenle bütün gücünü ve aklini, dogruya ve gerçege adamisti. Bu gün artik ABD basta olmak üzere, gelismis ülkelerde bile foyasi açiga çikan sözde demokrasi adina “popülizmin”, yoksulluktan kurtulmak isteyen ülkemizde de, halkin degil, sonunda bir “Tek Adamin” egemen olma yolunu açacagini, ilk görenlerdendi. Bagimsizliga ve sömürüye karsi umutla inandigi toplumsal ilke ve amaçlara ragmen O, Sovyetler Birligi'nde (Rusya) komünizmin hizli düsüsünü en erken sezenlerden de, biriydi. Dogmalardan gerçeklere varilamayacagini yorumlayarak, asil sorununun, "özgürlük, insan haklari ve bilimle, hukukun üstünlügünü saglamak" oldugu yargisi, artik Ugur Mumcu'nun düsüncelerinin temeli olmustu. Iste bu çizgide kimselerin üzerine gidemedigi gerçekleri bulmaya ve hiç korkmadan açiklamaya kendisini adadi. Bunun, Türkiye'de yasam pahasina bir büyük dava oldugunu herkesten önce o bilmisti. Ugur Mumcu’nun ölümünün 24.Yil Dönümünde derin bir elem ve kaygiyla görüyoruz ki, ülkemizde bes yildir yasananlar ve en son, “laik demokratik sosyal bir hukuk devleti” olan rejimimizin bitme kavsagina gelisi, yorum, elestiri ve uyarilarinin dogrulugunu ve onun gerçek bir aydin ve düsünür olarak hakliligini ortaya koydu. Sevgiyle, özlemle aniyoruz ve ariyoruz. |