Dolaysiyla, partiler arasindaki demokratik yarisa (rekabete) dayali, laik demokrasi rejimi, Türkiye tipi baskanlik uydurmasiyla, Partili Cumhurbaskanligi (Tek Adamlik) rejimine dönüstürülmüs durumda. Artik, ne düzeyde olursa olsun partilerin ve adaylarin, esit ve adil kosullarda ilke-amaç-hedef-plan-program üzerinden yaristigi bir seçimden söz edilemez.
"Demokrasi sadece sandiktir” anlayisiyla ve ancak seçmenin yarisinin (yüzde 50 buçugunun) oy pusulasiyla, ülkenin (devletin) tüm gücünü eline alan AK Sarayin artik, genel-yerel hiçbir seçimde yüzde 50’nin altina düsmeyi kabullenmedigi ve kabullenemeyecegi açikça görülüyor. Birbirleri hakkinda etmedikleri, söylemedikleri kalmadigi halde, hükümet gücünü (vesayeti) paylasmak için AKP’nin (R.T. Erdogan’in) MHP’yi (Bahçeli’yi) koluna takmasi, iki taraf için de zorunlu hale geldi. O nedenle ne “Beka” davasi, Türkiye’mizin parçalanip bölünmesiyle ilgilidir, ne de yerel seçim sandiginin genel seçim sandigina dönüstürülmesi, halkin yerel ve güncel as-is derdiyle ilgilidir. Cumhur ittifakinin iki Basi da, sadece Ankara ve Istanbul’da yüzde 50’nin altina düstüklerinde, “yerel gücü” degil, içerde-disarda bütün güçlerini yitirecekleri korkusuna kapilmis haldeler. Uzun erimli bakildiginda, korkularinin bir gün gerçek olacagini, en azindan eskimis Devlet Bahçeli görüyordur! Çünkü 1977 seçimi sonrasi benzer cephelesmeyi ve sonuçlarini-benim gibi içinde olmasa da- Türkes’in küçük akil danelerinden biri oldugu için unutmamistir.
1973 seçiminde merkez sag partiler, Bülent Ecevit’in liderligindeki sol partiye yenildiler. ABD’nin güdümünde yillarca iktidari elinde tutmus olan merkez sag siyaset, beklenmedik bir çözülmeyle karsi karsiya kaldi. Üstelik 1974’de hükümette iken, basta Kibris Baris Harekâti ve ekonomide atilan basarili adimlar sonucu 1977 seçiminde, ortanin solundaki (sosyal demokrat) siyaset, yüzde 42 oyla daha da güç kazandi. Gelecegi tekrar ele almak için her yola basvurma kararligina giren merkez sag partiler, çareyi bu günkü gibi seçmeni yaridan bölmekte aradilar; Iste 1975’de ilk bir araya geldiklerinde kurduklari 1. MC (Milliyetçi Cephe) hükümetini, 1977’den sonra 2.MC ile sürdürdüler. Türkiye’mizin demokrasi yolunda tökezlemesi ve sonunda bu günlere gelmesine neden olan 12 Eylül Darbesi, o cephelesme politikasinin bir sonucudur. Unutmayalim ki, seçmen bu günkü gibi yogun tarafgir propaganda baskisi altinda, neyin dogru neyin yanlis oldugunu anlamakta zorlandiginin ilk aci örnegi, 1982 Darbe Anayasasinin sandiktan yüzde 92 oyla çikmasidir. Sonrasinda, insan haklarina dayali demokratik özgürlükler, örgütlenme ve sendikal haklar kisitlanmasi en kati sekilde yayginlasmistir. Basin ve yayin özgürlügü, merkez bankasinin ve bilim dünyasinin özerkligi agir darbe yemistir. Partiler yasasi, parti içi demokrasinin sonunu getirmis, basta aday belirleme, bütün kararlar A’dan Z’ye genel baskanlarin yetkisine birakilmistir. Basta yüzde 10 baraj, seçim yasasinda yapilan degisiklerle, demokrasinin temeli olan “temsilde adalet” yok olmustur.
Bu güne gelirsek, 31 Mart yerel seçiminde, toplam 56 milyon 322 bin 632 seçmen oy kullanacak. Ankara’da 3 milyon 904 bin 583, Istanbul’da 10 milyon 559 bin 686, yani bu iki büyük ilde toplam seçmenin yaklasik üçte bir oy kullanacak. Ak Saray’in korkusu da bu iki il üzerine birikmis görülüyor. Ve Türkiye Cumhuriyetinin Meclis Baskanini Istanbul cephesine(!) sürdügü gibi son hafta dogrudan bizzat kendisi de Bas Kumandan(!) olarak seçim karargâhinin basina geçecek. Partili Cumhurbaskani Rizeli R.T. Erdogan on ay öce dememis mi idi, “Istanbul’u kaybedersek, memleketin kaybina sebep oluruz” diye. Hadi bakalim genç hemserisi Ekrem Imamoglu, “KOLAY GELE” |