Türkiye’mizde de egemen olduğunu belgelemeye çalışmıştım. Bunun sonucu özellikle 2007’den beri artık seçmen indinde “partiden” önce ve önde, “kime” oy vereceği, tartışmasız bir gerçek. 2016 anayasa değişikliğinden sonra, ulusal egemenlik ve devlet vesayetini temsil hakkı, uygulamada bütünüyle “partili cumhurbaşkanına” geçtiği için seçmen artık, sandığın Tek Adamlar arasında bir yarış olduğunu iyice anladı. En son 31 Mart ve 23 Haziranda da, oyunu Ekrem İmamoğlu’na verirken, karşısında Binali Yıldırım değil, Recep Tayyip Erdoğan olduğunu bilerek oy verdi.
Bu nedenle, İstanbul’daki özellikle sekiz yüz bin farktan sonra Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın erişilmez gücü tükendi. Adeta, AK Sarayda aile boyu ilelebet kalacağı inancını yitirmiş bir halde. Şurası kesin, erken ya da zamanında yapılacak bir Tek Adamlık seçiminde yüzde 50’yi aşamayacağı korkusunu artık uykusunda bile yaşıyor. Başta kendisi, güvendiği en yakın çevresi, parlamenter sistemi tasfiye ettiklerine bin pişmanlar. Hele ki, bu konuda da kandırıldığına inanmış olacak ki, geçerli çare bulana kadar olsun, kandıranını (Devlet Bahçeli’yi) elinde tutmaya çalışıyor.
Bu fotoğraflardan muhalefetin ilk çıkardığı izlenim, bir erken seçim olasılığı oldu. Yandaş akıl danelerinin satır aralarından, AK Saray’ın da, seçmen dağılımı ve değişimi konusunda yeni bir hesap-kitap içine girdiği seziliyor. Çünkü sandıkta yüzde 50 oyu 0,5 geçmesi için birincisi, ittifakı sağlam tutması, ikincisi de zamanlamada yanılmaması gerekiyor. Bu nedenle, R.T. Erdoğan açısından 1- MHP’nin parti olarak durum ve duruşu, 2- aş-iş konusunda seçmen indindeki kendi inandırıcılığı(!) çok önemli.
Muhalefete gelince; CHP’nin sözcülerinden kamuoyuna yansıyan, Tek Adamın, seçimi erkene alması kaçınılmaz gibi. Sanılıyor ki, gecikirse, AKP’nin içinden çıkacağı gözüken yeni parti ya da partilerin kurulması ve daha çok oy devşirmeleri kolaylaşır. Bu gerçeği öncelikle gören R.T. Erdoğan da, tehdide bile başvurarak Onları* vazgeçirmeye çalışıyor. Öte yandan da, Merkez Bankası'nın sembolik faiz düşürmesinden çıkarak seçmene aş-iş dertlerinin bir süre sonra düzeleceği propagandasını yapıyor!
Bu gelişmeler karşısında (haddimi aşsam da bana göre) ana muhalefetin izleyeceği stratejinin ilk varsayımı, TBMM’nin güvenoyuna dayalı bir hükümet sistemine (parlamenter sisteme) yeniden dönüş tartışmasının sonuç vermeyeceği olmalıdır. AK Saray’ın, yüzde 50 korkusuyla kamuoyuna attığı, meclisi güçlendirici bir başkanlık sistemi tartışmasının gizli amacı, yerel seçimde zararını gördükleri iki ittifaklı –bloklu- seçim sisteminden kurtulma hesabı olduğu bilinmelidir. İttifaksız birinci turda her partinin aday çıkaracağı çok partili (adaylı) bir cumhurbaşkanlığı seçiminde, ikinci tura kalarak seçimi kazanma olasılığı en yüksek adayın R.T. Erdoğan olacağı inancındalar. Birinci turda her parti kendi adayına oy vereceği için diyelim ki, AKP’nin adayı ile CHP’nin adayı ikinci tura kaldı, genç seçmenlere karşın geleneksel oy dağılımı sonucu, ikinci turda merkez sağ adayın kazanma olasılığı hala daha yüksektir.
Bütün bu saptamalardan çıkardığım özet başlıklar: CHP, iddialı program değişikliği gibi yine parti içi tartışmaları tırmandıracak (ki, başladı) değil, yasa ve tüzük gereği yapılması gereken bir olağan kurultay hızla yapıp, bitirmeli ve başta her düzeyde kadrolar, bütün güçler seçim gündemine sarılmalıdır. AK Saray’ın partiler arası anlaşmayla, “Tek Adamlıktan (Partili cumhurbaşkanlığından) taviz verebilir” sözlerinin arkasındaki amaç, demokrasiyi felç eden bu günkü hukuksuzluğun devamını sağlamaktır. Dolaysıyla bunu olmazladırarak, muhalefet erken ya da zamanındaki seçime, 2018’deki gibi gidileceğini göre hazırlanmalıdır. Ülkenin ve günün yapısına uygun yenilenmiş bir parlamenter sistem tartışması, o seçimin arkasına bırakılmalıdır.
Bilinmelidir ki, o seçim, Tek Adamın, Teke-Tek yenilgiye uğratılacağı bir sandık savaşımı olacaktır. İstanbul’daki Ekrem İmamoğlu’nun başarısından çıkarılacak tek ders de, budur.
(*) Gül-Babacan, Davutoğlu
|