Bu demekti ki, 2018 seçiminde uygun adayla çıkılırsa cumhur ittifakı karşısında sandıktan çıkılabilir. Bunu ilk görmesi gereken elbette CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu idi. Öyle de oldu ve millet ittifakının tek adayla çıkması için adımını attı. Meral Akşener belki(!) de genel başkanlıktaki acemiliği yüzünden CHP, İYİ Parti ve Saadet partisiyle görüşmeler başlamadan kendi “cumhurbaşkanlığı” adaylığını ilan etti. Yine de, Genel Başkan Kılıçdaroğlu, tek aday konusunda ikna edeceğine inanarak “zirve” görüşmelerini başlattı. Israrla sürdürdüğü görüşmelerde Devlet Planlamadan, meclisten ve belediye başkanlığından iyi tanıdığım Genel Başkan Karamollaoğlu milli görüş kökenli olduğu için değil, R.T. Erdoğan’ı zorlayacak tek isim olduğu için önceki Cumhurbaşkanı A. Gül’ün millet ittifakının adaylığına, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nu inandırdı. İYİ Parti Genel Başkanı Akşener’i caydırıp millet ittifakının adayı yapabilselerdi, AK Saraydan gelen Genel Kurmay Başkanı Akar’ın ve Önceki Başbakan Davutoğlu’nun baskısına karşın, A. Gül’ün, R.T. Erdoğan’ın karşısında aday olacağını, o günlerde içerden doğrulatmıştım. Parti içi tepkilere karşı sağduyulu ve gerçekçi davranan CHP Genel Başkanı, göreceli başarısına karşın parti adayı olarak M. İnce’nin, sandıkta AK Sarayı alt edemeyeceğini doğru tahmin etmişti. Bu güne geçmeden laik demokratik cumhuriyetçilerin yirmiye yakın yılın sonunda geldiğimiz bu aşamada, AK Sarayın karşısına çıkarılacak aday için üç yıldır yaşanan sandık mücadelesinden ders çıkarmalarının, çok hem de çok önemli olduğunun altını çizmek istiyorum. En başta CHP’nin üst yönetimi ve milletvekilleri olmak üzere, CHP’de bir yerlere gelmek isteyenlerin, parti program ve tüzüğünün ilke, amaç ve hedeflerine uygun aday belirleme konusunda, ezbere bağlı duygusal eğilim ve bağlılıklarından ödün vermeleri ve özverili davranmaları gerekir. Aradan bir yıl bile geçmemişken, ayağı suya eren İYİ Parti Genel Başkanı Akşener, 13 Ağustos 2019’da şunları söylüyor: “Tek eksiğimiz muhafazakâr dindarlara ulaşmakta yaşanıyor. Çünkü Erdoğan aramıza kalın bir duvar koydu. Babacan ve Davutoğlu’nun partisi bu açıdan muhafazakâr dindar seçmene çabuk ulaşmayı kolaylaştıracak yapılar olacak, çünkü onlarla arasına bizim gibi duvar öremez”. Akşener bu sözleriyle, AK Sarayın “baskın seçim” yapmayı planladığını ve öylece yüzde 50+1’i yitirmeme telaşına dikkat çekerek, aslında bu kez millet ittifakı olarak tek aday üzerinde anlaşılması gerektiğine işaret ediyor. Ne ki, AK Saray erken seçimi kamuoyuna yansıyanın tersine öyle kolay ve ilk seçenek olarak hesaplamıyor. “Hesap” kelimesini bilerek kullandım, çünkü geçen haftalarda da üzerinde durduğum gibi artık ülkemizde de seçimler, demokratik ilke, amaç ve hedefler için değil, popülist bir kampanya ile “sadece sandıktan” çıkmak için yapılan bir mücadeleye (savaşıma) dönüştü-dönüştürüldü. Seçim baskın, erken ya da olağan tarihinde de yapılsa, bu gerçeği başta ana muhalefet CHP olmak üzere, AK Sarayı yolundan çevirmek sorumluluğu olan herkes, kabullenmek ve sonuç alana dek ona göre politika izlemek zorundadır. Ben de bu nedenle, iki haftadır kendimce elli yıla yaklaşan deneyimlerimden çıkarak, yazım yoluyla, “uygulamalı politika” yapmaya çalışıyorum. Bunu sürdüreceğim. Bu, içtenlikli biraz da iyimser tutumumun nedeni, 2023’e doğru laik demokratik cumhuriyeti yaşatmak (AK Sarayı durdurmak) için verilen mücadeleye gücümce katkıda bulunmak. Siz, “durumdan vazife çıkarmak ya da hariçten gazel okumak” da, diyebilirsiniz. |