Son Putin, Ruhani ve Erdoğan zirvesinden çıkan sonuç; “Türkiye’nin, Suriye’nin toprak bütünlüğünü esas alacak çerçevede Esad’la doğrudan görüşmelere başlamasını” öngörüyor. Yani Ak Saraya deniyor ki, “ başa dön”. “Başa Dönmenin”, 200 milyar doları aşan askerî harcama nedeniyle çıkmaza sürüklenen ekonomiden, 3,5 milyon göçmenin günlük yaşam faturasını üstlendikten, yakın çevre ve bütün dost ülkelerle sorunlu duruma düştükten sonra, “Kardeş Esad’a Katil Esed” dediğimiz güne dönmek olduğunu, Partili Cumhurbaşkanı dahil, artık hiç kimse yadsıyamaz. Şimdi de, bir başka başa dönelim: R.T. Erdoğan’ın üç buçuk yıllık İstanbul Belediye Başkanlığının elinden alınmış olması, bireysel bir “mağduriyet(!)” yaratmıştı. Onun sağladığı sandık desteği ile de Tek Adamlığa ulaştı. Ne var ki, 2002’ye gelene kadar 40 yıl süresince, büyük uğraş ve tarifsiz badire sonucu başbakan olanlar, öylesine derin acılar ve haksızlıklar gördüler ki, “mağduriyet” sıfatı yerine “manevi işkence” demek bile az gelir. Anımsayalım: 1974’de petrol fiyatlarındaki patlamayla dünya, çeyrek yüzyıl süren bir ekonomik çöküntünün akıntısına kapıldı. Bir yandan kapitalizmle komünizmin soğuk savaşı, diğer yandan enerji kıtlığı ve pahalılığı, özellikle kalkınma sancısı çeken Türkiye gibi ülkeleri, ekonomik ve sosyal bunalımlarla karşı karşıya getirdi. O ortamda, iki askeri darbe yiyen, yıllanmış demokrat politikacı Süleyman Demirel, hapisler ve katlandığı yasaklara karşın, asla pes etmemiş ve her seferinde tekrar halkın oyuyla 9 kez başbakan olmuş ve 7 yıl cumhurbaşkanlığı yapmıştır. Bütün yaşamını halkına adamış, doğruluk-dürüstlük örneği, “bu düzen değişmelidir” diyerek başbakan olan Bülent Ecevit, emeğin hakkını korumak ve milli gelirin hakça dağılımını sağlamak amacıyla attığı kararlı adımlar yüzünden iç-dış küresel sermayenin işbirliği ile üç kez düşürülmüş, iki kez cezaevinde yatmıştır. Ülkenin kalkınmasını üstlenen kamu kuruluşlarında kırk yıl en üst düzeyden hizmet vererek engin deneyim kazanmış Turgut Özal, küresel sermayenin dünyayı ele geçirdiği ve Ortadoğu’da kanlı çatışmaların başladığı bir dönemde, hem ekonomide hem de dış ilişkilerde, hala olumlu etkileri süren bir yönetim sergilemiştir. Milli Görüş siyasetinin düşünsel ve eylemli önderi Necmettin Erbakan, batının sömürgeci politikasına karşı, ulusal ağır sanayiyi geliştirmek için yoğun bir savaşım vermiştir. O başkaldırısı yüzünden, 1969’da Milli Nizam Partisiyle çıktığı politika yolunda, hapis ve sürgün dahil 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin “mağduru” olmuştur. Kendine saygısı ve güveni olan her siyaset adamı, bu liderlerin katlandığı zorluklar ve iç-dış engellere karşın, Türkiye’yi, dünyanın 17. Ekonomisi düzeyine çıkardıklarını görmek, anlamak ve ders çıkarmak durumundadır. Üstelik hepsi de demokrasiye olan inanç ve bağlılıktan asla ödün vermediler. Üstelik “önce devlet değil, halk için devlet” anlayışını, başta askeriye tüm kamu kuruluşlarına hâkim kılmak için yüreklice tavır koydular. Ama hiç biri de, bu ilke ve amaçları gerçekleştirmek yolunda, hiçbir zaman, “yurttaşın birliğini, dirliğini” zedeleyecek iktidar hırsına, partizanlığa ve kişisel hesaplara asla girmediler. Niye, o başa dönüp bunları anımsattım: Derler ya, “toplumun hafızası zayıftır, çamur at izi kalsın”. Özellikle 2007 seçiminden beri, en yüksek düzeyden yıllardır süren politik gerilim, çekişme ve çatışma, sonunda yurttaşlar arasında ne birlik, ne dirlik bıraktı. Halkın aklı, fikri, gözü ve kulağı tam anlamıyla karışmış, kararmış ve kapanmış durumdaydı. Artık halk, o denli yorgun ve bıkkın duruma düşmüştü ki, 31 Mart 2019’da “durun, başa dönün” dedi. 23 Hazirandaki güçlü ısrarı da, “başta içimizde olmak üzere, konu-komşu ile uygarca ve hakça uzlaşın, barışın” oldu. Yani halkımız hem de sandıkta bizi yönetenlere, “artık birlik ve dirlik” için demokratik tepkisini en açık bir şekilde dile getirdi. Bütün yurtseverlere düşen, Astana Üçlüsünün dediğinden çok daha öncelikle ve önemle, halkımızın bu “başa dön” emrinin yalnız AK Sarayca değil, bütün sorumlu siyaset erkânınca “doğru anlaşılması için her alanda halkla birlikte bu demokratik tepkiye güçlendirmektir.
|