karşın, laik demokrasi övünülebilir bir yol aldı. Ta ki, sonunda düzmece olduğu ortaya çıkan Ergenekon suçlamalarıyla askerlerin elinden “devlet vesayeti” partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile Beştepe Külliyesine geçene kadar. Osmanlı özlemiyle başlayan AK Saray döneminde ise, devlet yönetimi hızla Tek Adamın eline geçmiş oldu. 5 Kasım 2019 TBMM grup toplantısında konuşan AKP Genel Başkanı Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Biz 'Atatürk'ün partisiyiz' diyorlar. Acaba Gazi, parlamenter demokrasiyle mi idare etmişti ülkeyi” diyerek, çok partili yaşama geçtiğimiz 1950’den yaklaşık yüz yıl sonra 21. Yüzyılın CHP’sinin üzerinden, Tek Adamlığını bir kez daha ilan ediyordu. Hem de ne zaman? Tek başına aldığı çoklukla duygusal kararlar yüzünden ülkeyi yalnızlaştırdığı dış ilişkilerdeki ulusal sorunlarda arkasında başını CHP’nin çektiği TBMM’nin (Parlamentonun) güçlü bir şekilde durduğu halde. Özellikle 2. Dünya Savaşından sonra, temelinde “hak, özgürlük ve eşitlik” olan demokrasiyi, bütün kurum ve kurallarıyla özümseyen ülkeler, bu korkuya dayalı devlet vesayetini tasfiye edebildi. Elbette bunun asıl nedeni de, ekonomide sanayileşmeyi becermiş ve tam istihdam düzeyine çıkmış olmalarıdır. Yine bu nedenledir ki sosyal adalet içinde ekonomik kalkınmasını gerçekleştirememiş Türkiye gibi ülkelerde halkın ciddi özverisiyle emekleyen o demokrasi, kurum ve kurallarıyla bir türlü kurulamadı. AKP ve Lideri işte o nedenle yani 2000 krizi sayesinde 2002 seçiminde yüzde 35 oyla iktidarı ele geçirmişti. Ve arkasından da, özellikle aydın geçinen liberal kesimlerin beklentisini kullanarak, “normalleşme”, “demokratik açılım” ve “AB üyeliği” savlarıyla bilinçli bir şekilde gerekçelendirerek, 2010 Anayasa değişikliğine ulaştı. “Devlet vesayetini” eline geçirmesi, hedefe giden yolun bir dönüm noktasıydı. “Tek elden ve aile boyu tek başına iktidar”, o tarihten sonra hızla güç elde etti. Bu gün artık, konuşan, eleştiren, karşı çıkan herkesin arkasında bir korku dağı var. Demokrasilerde iktidarın eleştirilere katlanamamasının iki nedeni vardır. Ya halk desteğini kaybetme korkusuyla özgüven yitirmesi. Ya da temel yasalara ve demokratik kurum ve kurallara aykırı karar ve uygulamaların, seçmen indindeki olumsuz algısını önlemek, saptırmak ve karartmak telaşı. Partili Cumhurbaşkanı, “demokrasi sadece sandıktır” demekle, “sadece sandık (oy) desteği ile Tek başına iktidar olduğunu ve hep olacağı” inancında inat ediyordu. Ne var ki, son yerel seçimlerde, seçmen, “dur bakalım” deyince, sandıktan çıkamama korkusu, kâbusa dönüştü. Parti kuracaklar kaygısıyla, beraber AKP’yi kurduğu, cumhurbaşkanlığı yapmış kader kardeş A. Gül’ü, önce başbakan sonra hem de anayasaya aykırı olarak AKP’ye genel Başkan yaptığı ve seçim kazanarak başbakan olan A. Davutoğlu’nu, başından beri devletin hazinesini güvenle teslim ettiği A. Babacan’ı durdurmak için “dolandırıcılıkla” suçlayacak kadar Abdülhamit vehmine kapılmış durumda. İki aydan beri üst üste altı yazımda ayni konu üzerinde durmuştum: AK Saray, “ikili ittifaklı” yasal oy pusulasına dayalı bir seçimde yüzde 50+1 alamayacağını herkesten önce gördü. Ve artık gündemi tümüyle, başını CHP’nin çektiği Millet İttifakını parçalamak oldu. Öncelikli hesabı, CHP-İYİ Parti-SAADET 3’lü millet ittifakının, A. Davutoğlu’nun ve arkasında A. Gül’ün olduğu A. Babacan’ın kuracağı parti ile 5’liye ve belki seçime girebilirse HDP ile 6’lıya yükselmesini önlemek. Öyle gözüküyor ki, on yedi yıllık “ustalığına” karşın, artık her çıkışı, tersine kendi çevresinde bile hafife alınıyor. Hatta üst düzeyde AKP’lilerin aralarında, bu yaklaşımının yıllardır partisinin önünde giden Reislerinin, partisine stratejik(!) zarar verdiği ve geriye gittiğini dillendirdikleri, kulaklarda yaygın. Bunlar biliniyor ama asıl önemli olan, son bütçe konuşmasında güvenirliliğini bir kez daha gösteren CHP Genel Başkanının bütün aklını ve gücünü tek bir konuya yoğunlaştırması gerekir: “Millet İttifakını sağlam tutmak ve genişletmek”
|