(emanet ettiği) en temel hedef “çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaktır”. Bütün inançsızlığına hatta karşıtlığına rağmen AKP’li Cumhurbaşkanı (Tek Adam), Atatürk’ün bu her alanı kapsayan, kendi deyişiyle “muasır medeniyet seviyesine ulaşmaktır” sözünü, kendi hedef ve amaçları için çok sık kullanır (istismar eder). R.T. Erdoğan’a göre, uygarlık sadece nesneldir (maddidir) ve demir-beton-asfalt metrajından ibarettir. Atatürk’ün o tarihlerde bu sözle işaret ettiği hedefin, 2. Dünya savaşı sonrası Batı Avrupa’da ulaşılan “insan haklarını ve adaleti güvence altına alan, düşünme-açıklama ve örgütlenme özgürlüğünü sağlayan, emeğin hakkını alabildiği ve -yurtta barış, dünyada barış- ilkesine dayalı bir DEMOKRASİ” olduğunu hiç kimse yadsıyamaz. Halkımız, 1923’de kapısı açılan ve 1950’de çok partili parlamenter demokrasiye doğru yürünen bu yolda, iki (27 Mayıs 1960-12 Eylül 1980) silahlı ve iki (12 Mart 1971-28 Şubat 1997) silahsız askerî darbeye karşın, övünülebilir bir yol almıştı. Ta ki, “beni değil anayasayı bana uyduracaksınız” talimatına boyun eğen AKP-MHP milletvekillerinin ve sözde liberal demokrat geçinen ikinci cumhuriyetçilerin ve de FETÖ Hizmet Hareketinin desteği ile sandıktan yüzde +0,5 ile çıkan anayasa değişikliği ile vesayet ve egemenlik hakkının, Partili Cumhurbaşkanın (Tek Adamın) eline geçene kadar. Laik demokratik cumhuriyet, AKP’nin birinci sıra kurucusu 17. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bile, “siyasi İslam çökmüştür, başkanlık sistemini istemedim”, “demokrasi sadece seçim değildir, seçimin ötesi vardır”, “gezi olayları ile ilgili gurur duyuyorum dedim” çıkışını yaptığı bir durumdadır. Uluslararası tanınmış yazar ve edebiyatçımız Aslı Erdoğan’ın, "Mevcut koşullar altında hapis cezası nedeniyle geri dönemem. Başka bir tutuklama benim için ölüm anlamına gelir" korkusunu yaşıyor olması, mülkün (toplumun-devletin) temeli ADALETİN çöktüğünü delilidir. Bu iki uç örnek, 1990’ların ikinci yarısında başlayan FETÖ’nün devlette kadrolaşmasına yol veren bu iktidarın 2013’deki yol ayırımından sonra, yargıyı aile boyu kendi kontrol altına aldığını belgeliyor. En son Kavala davasında mahkemelerin yukardan baskı (emir) ile bir gece yarısı verdiği kararlar gösterdi ki, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve medya başta sorumlu her çevrenin, artık bağımsız bir yargıyı tartışması boşunadır. Öyle ise, bağımlı bu yargı karşısında öncelikle ve ivedilikle “ne yapmalı” sorusuna yanıt bulmak için demokratik bir baskı gücü oluşturmak ve birlikte gerçekçi ve sabırlı bir yol haritası çizmek gerekiyor.
|