Yazdırma tarihi : 16.01.2025

Asla PES ETMEK Yok

Tarih: 23.04.2020 11:33:48


Geçen hafta şöyle bağlamıştım:
 




“Ne var ki, hiç olmadık kadar kötümserim ve hüzünlüyüm; Çünkü artık dünde kalan hiçbir gerçeğin yaşanmayacağı günlere doğru hızla gidiyoruz Ne siyaset, ne ekonomi, ne sosyal yaşam, ne töreler, hatta ne de inançlar bile Covid-19 öncesi gibi olacak. Önümüzdeki yıl ya da yıllar hemen her yerde (ülkede), ne kadar süreceği belirsiz, tek başlı ve denetim dışı yetkili bir Kişinin (Tek Adamın) kararlarının tam hâkim olacağı görülüyor”.

O yazıdaki kötümserliğim, özellikle demokratik yaşam açısından hemen bütün dünyanınki gibi, bizim geleceğimizin de kararmakta olduğu, tahminine dayanıyordu. Ne yazık ki, geçen hafta başı Partili Cumhurbaşkanının şu söylemi (tiradı), tahminin hızla gerçeğe dönüştüğünü belgeliyor: “Bir dönem kendilerini ülkenin tek sahibi sanan, hâlâ da aynı kibirli tavırla hareket eden bu hastalıklı zihniyet sahiplerine diyorum ki; düşün artık milletin yakasından. Her darbenin, her vesayetin arkasında siz vardınız, her kaosun, her kargaşanın arkasında siz vardınız. Milletin değerlerine, mukaddesatına, onuruna yapılan her saldırının tetikçisi sizdiniz. Yıllardır yaptığınız işin adı gazetecilik değil şeamet tellallığıdır. Ama artık bu devir sona erdi. Ülkemiz sadece Koronavirüsten değil aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de inşallah kurtulacaktır”.

Gerçeğe dönüştü dememin nedeni, hemen her türlü ağır suçu kapsayan son affın, gazetecileri, habercileri, düşünürleri ve yazar-çizerleri dışında bırakmasını ve Cumhuriyet, Halk TV ve Fox TV gibi medya kanallarıyla ilgili soruşturma başlatılmasını, hukukçuların haksız ve salt politik değerlendirmesi, oldu.

Bu hafta, demokrasimizin geleceğini de belirleyeceği ve daha önemli bulduğum için özellikle insanın (aş-iş) yani ekonomik ve sosyal yaşamının, Covid-19 sonrası nasıl olacağı sorusuna yanıt aradım. İçerde ve dışarda izlediğim gelişmiş ülkelerin ekonomide ün yapmış bilim insanlarının ortak yorumu, “kapitalizmin sonunun geldiği ve bireylerin (firmaların) kârını maksimize eden üretim araç ve alanlarının bundan böyle toplumun tümünün faydasına dönüşeceği, bir yeni döneme gidildiği” şeklinde. Ancak henüz hiç kimse, bu dönüşümün nasıl olacağını tanımlayabilmiş ve şekillendirebilmiş değil.

Ben, tarihin (Marksist) çözümlemenin haklı çıktığını yani ülke kaynaklarının, “merkezi planlamanın” yönetiminde ya da öncülüğünde kullanılacağı “ortaklaşa-devletçi-karma-Keynesçi-en azında Roosevelt’in yeni dalgası” gibi bir dönüşüm olacağı görüşüne katılmıyorum.

Çünkü görmemiz gereken, insanın (bireyin) diğer canlılardan tek ve temel ayrılığının, sadece genlerinde değil, asıl bilincinde var olan ölçüsüz ve doyumsuz bir maddi bencilliğin varlığıdır. Bu bencillik maddeyi kendine mal etmektir. O da, bireysel “mülkiyette” somutlaşır. Kapitalizmin yakaladığı ve kullandığı, işte insanın bu, her şeyi bent etme (kendine tapulama) niteliğidir (özelliğidir).

Başta Moskova, Pekin’de ve hatta Havana’da komünizmin çöküşü ya da yozlaşıp amorf hale gelişinin gerçek nedeni de, insanın bu yapısının motivasyon (mutasyon) yoluyla, bu bireysellikten toplumsal niteliğe dönüşmediği dönüşemediğidir.

Yirminci yüzyılın başından beri yaşanan salgınlardan, savaşlardan sonra olmadığı gibi, Covid-19’dan da ders alınmayacağını görür gibiyim. Bu kez artık, dönüşümün kaçınılmaz olacağını sanmanın, beklemenin, ummanın boşuna ve erken bir iyimserlik olduğunu düşünüyorum. Elbette bir değişim olacaktır; Ama yanıtı henüz bulunamayan (verilemeyen), bu değişimin yine küresel sermayeyi elinde tutan azınlık adına karar veren partiler, lobiler, vakıflar gibi merkezlerin mi, yoksa katma değeri asıl yaratanlar adına, örgütlü sivil toplumun eliyle mi olacağı sorusudur.

Yazımı, iki çok değerli dostumun geçen haftaki uyarılarıyla bitireceğim: Önce asker arkadaşım Prof. Mustafa Kaymakçı, diyor ki, “Ne olursa olsun, senin gibi bilgeliğe yakışan kişilerin, iyimser olması ve toplumun geleceğine ait iyi şeyler söylemesi gerekiyor. Aksi durumda teslim olmak gerekmiyor mu?”

İkincisi, tertibimin bu eleştirisini ilettiğim Milli Eğitim Bakanlarımızdan Sayın Hikmet Uluğbay’ın değerlendirmesi. “Toplumlar kolayca elde ettikleri şeylerin değerlerini de pek bilmezler, zira bir bedel ödenmeden kendilerine verilmiştir. Ancak bir süre sonra verilenler yaşam tarzı haline geldiğinde, onları kaybettiklerinde kıymetini anlarlar ve geri kazanma çabası gösterirler. Bizlere düşen görev, topluma iyimserlik veya kötümserlik değil, bilgi sunarak, düşünüp, öğrenip anlamalarını sağlayarak kaybettikleri kaybettirildikleri değerlere yeniden sahip olabilme arzularını sürekli canlı tutup beslemek olmalı diye düşünüyorum.”

İki çok değerli dostumun uyarılarına yanıtım şu olacak; . Asla pes etmem ve halkıma deneylerimi, bildiklerimi, düşündüklerimi aktarma görevimi, gücüm yettikçe sürdüreceğim.

Asla PES ETMEK Yok

Geçen hafta şöyle bağlamıştım:

“Ne var ki, hiç olmadık kadar kötümserim ve hüzünlüyüm; Çünkü artık dünde kalan hiçbir gerçeğin yaşanmayacağı günlere doğru hızla gidiyoruz Ne siyaset, ne ekonomi, ne sosyal yaşam, ne töreler, hatta ne de inançlar bile Covid-19 öncesi gibi olacak. Önümüzdeki yıl ya da yıllar hemen her yerde (ülkede), ne kadar süreceği belirsiz, tek başlı ve denetim dışı yetkili bir Kişinin (Tek Adamın) kararlarının tam hâkim olacağı görülüyor”.

O yazıdaki kötümserliğim, özellikle demokratik yaşam açısından hemen bütün dünyanınki gibi, bizim geleceğimizin de kararmakta olduğu, tahminine dayanıyordu. Ne yazık ki, geçen hafta başı Partili Cumhurbaşkanının şu söylemi (tiradı), tahminin hızla gerçeğe dönüştüğünü belgeliyor: “Bir dönem kendilerini ülkenin tek sahibi sanan, hâlâ da aynı kibirli tavırla hareket eden bu hastalıklı zihniyet sahiplerine diyorum ki; düşün artık milletin yakasından. Her darbenin, her vesayetin arkasında siz vardınız, her kaosun, her kargaşanın arkasında siz vardınız. Milletin değerlerine, mukaddesatına, onuruna yapılan her saldırının tetikçisi sizdiniz. Yıllardır yaptığınız işin adı gazetecilik değil şeamet tellallığıdır. Ama artık bu devir sona erdi. Ülkemiz sadece Koronavirüsten değil aynı zamanda bu medya ve siyaset virüslerinden de inşallah kurtulacaktır”.

Gerçeğe dönüştü dememin nedeni, hemen her türlü ağır suçu kapsayan son affın, gazetecileri, habercileri, düşünürleri ve yazar-çizerleri dışında bırakmasını ve Cumhuriyet, Halk TV ve Fox TV gibi medya kanallarıyla ilgili soruşturma başlatılmasını, hukukçuların haksız ve salt politik değerlendirmesi, oldu.

Bu hafta, demokrasimizin geleceğini de belirleyeceği ve daha önemli bulduğum için özellikle insanın (aş-iş) yani ekonomik ve sosyal yaşamının, Covid-19 sonrası nasıl olacağı sorusuna yanıt aradım. İçerde ve dışarda izlediğim gelişmiş ülkelerin ekonomide ün yapmış bilim insanlarının ortak yorumu, “kapitalizmin sonunun geldiği ve bireylerin (firmaların) kârını maksimize eden üretim araç ve alanlarının bundan böyle toplumun tümünün faydasına dönüşeceği, bir yeni döneme gidildiği” şeklinde. Ancak henüz hiç kimse, bu dönüşümün nasıl olacağını tanımlayabilmiş ve şekillendirebilmiş değil.

Ben, tarihin (Marksist) çözümlemenin haklı çıktığını yani ülke kaynaklarının, “merkezi planlamanın” yönetiminde ya da öncülüğünde kullanılacağı “ortaklaşa-devletçi-karma-Keynesçi-en azında Roosevelt’in yeni dalgası” gibi bir dönüşüm olacağı görüşüne katılmıyorum.

Çünkü görmemiz gereken, insanın (bireyin) diğer canlılardan tek ve temel ayrılığının, sadece genlerinde değil, asıl bilincinde var olan ölçüsüz ve doyumsuz bir maddi bencilliğin varlığıdır. Bu bencillik maddeyi kendine mal etmektir. O da, bireysel “mülkiyette” somutlaşır. Kapitalizmin yakaladığı ve kullandığı, işte insanın bu, her şeyi bent etme (kendine tapulama) niteliğidir (özelliğidir).

Başta Moskova, Pekin’de ve hatta Havana’da komünizmin çöküşü ya da yozlaşıp amorf hale gelişinin gerçek nedeni de, insanın bu yapısının motivasyon (mutasyon) yoluyla, bu bireysellikten toplumsal niteliğe dönüşmediği dönüşemediğidir.

Yirminci yüzyılın başından beri yaşanan salgınlardan, savaşlardan sonra olmadığı gibi, Covid-19’dan da ders alınmayacağını görür gibiyim. Bu kez artık, dönüşümün kaçınılmaz olacağını sanmanın, beklemenin, ummanın boşuna ve erken bir iyimserlik olduğunu düşünüyorum. Elbette bir değişim olacaktır; Ama yanıtı henüz bulunamayan (verilemeyen), bu değişimin yine küresel sermayeyi elinde tutan azınlık adına karar veren partiler, lobiler, vakıflar gibi merkezlerin mi, yoksa katma değeri asıl yaratanlar adına, örgütlü sivil toplumun eliyle mi olacağı sorusudur.

Yazımı, iki çok değerli dostumun geçen haftaki uyarılarıyla bitireceğim: Önce asker arkadaşım Prof. Mustafa Kaymakçı, diyor ki, “Ne olursa olsun, senin gibi bilgeliğe yakışan kişilerin, iyimser olması ve toplumun geleceğine ait iyi şeyler söylemesi gerekiyor. Aksi durumda teslim olmak gerekmiyor mu?”

İkincisi, tertibimin bu eleştirisini ilettiğim Milli Eğitim Bakanlarımızdan Sayın Hikmet Uluğbay’ın değerlendirmesi. “Toplumlar kolayca elde ettikleri şeylerin değerlerini de pek bilmezler, zira bir bedel ödenmeden kendilerine verilmiştir. Ancak bir süre sonra verilenler yaşam tarzı haline geldiğinde, onları kaybettiklerinde kıymetini anlarlar ve geri kazanma çabası gösterirler. Bizlere düşen görev, topluma iyimserlik veya kötümserlik değil, bilgi sunarak, düşünüp, öğrenip anlamalarını sağlayarak kaybettikleri kaybettirildikleri değerlere yeniden sahip olabilme arzularını sürekli canlı tutup beslemek olmalı diye düşünüyorum.”

İki çok değerli dostumun uyarılarına yanıtım şu olacak; . Asla pes etmem ve halkıma deneylerimi, bildiklerimi, düşündüklerimi aktarma görevimi, gücüm yettikçe sürdüreceğim.
















Haber NO: 1227

Kategori: BiGazete