“Ayasofya ve Hilafet”. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, halkın yaşamsal gündemi “Aş-İş (Ekonomi)” konusunda tam bir çözümsüzlüğe düştüğü için, çareyi gündemi değiştirmekte, karartmakta arıyor. AK Saray, bu iki konu bitse de, başka ikincil üçüncül hem de nedenleri ve sonuçları belirsiz popülist konuları gündeme getirmekte artık dehşetli usta! Üstelik nasıl olsa, Ana Muhalefet CHP hep olduğu gibi kendi içinde kavga etmekten bir türlü kurtulup ta, halkın gerçek derdini (Aş-İş) gündemde tutmayı beceremiyor.
Aslında, ekonomik çöküşün başlıca nedeni, Partili Cumhurbaşkanının daha yola çıktığı ilk günlerde aklındaki (daha doğrusu bilinçaltındaki) hedefi olan “İslâmî Cumhuriyetin Halifesi” olmak için inatla sürdürdüğü savaşımdır (mücadeledir). Anımsanırsa, 2018’de cumhurbaşkanı seçildiğinde sabah namazına gittiği Eyüp Sultan’da “bu günlere gelmek için -kızılcık şurubu içip kan kustuk-“ demişti. Ama artık sabra gerek kalmadı. Kuvvetler ayrılığını geçersiz, TBMM’yi edilgen, yargıyı bağımlı, icrayı emrinde durumuna getirdi.
Bütün bunları yaparken dayandığı güç “sandık” olmuştu. Yine anımsayalım, başbakanlığının ilk aylarında memleketi Rize’de şunu söylemişti, “Demokrasi bizim için amaç değil, hedefe giden yolda araçtır”. Yıllar sonra Gezi olaylarında aşırı güç kullandığı için polise, “demokrasi sadece sandık değildir” diyen kader kardeşi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü azarlarcasına Tunus’tan yanıt vermişti, “evet demokrasi sadece sandıktır”.
Ancak, 31 Mart 2019 yerel seçiminde, özellikle 23 Haziran’da YSK’yı zorladığı halde İstanbul’da, o sandıktan çıkamadı. Artık, dayandığı popülist güce de (sandığa da) güvenemiyor. Çünkü içerde, halkın umudu olmaktan çıktığı gibi, iç güvenlik, adalet ve ekonomik konularda aldırdığı her önlem, attırdığı her adım, sorunları daha da çıkmaza soktu. “Sıfır sorunlu dış politika” vadiyle gelinen aşama, ülkenin tam bir yalnızlığı oldu.
Pekiyi, böyle nasıl ve nereye kadar gider?
Özellikle İslam Dünyasıyla “Ümmetin Başı” olma hevesiyle yürüttüğü ilişkilerin nereye geldiğini göstermek açısından, güvenilir kaynakları olan ODTV yazarı Rafael Sadi’nin tercümesini özetlemek istiyorum:
xxx
İlk tehdit Türkiye İran artık ikinci
İsrail'in devlet televizyonu KAN'da yayımlanan bir programda Türkiye ile Arap ülkelerinin ilişkileri ve Ortadoğu'daki gelişmeler ele alındı. Suudi Arabistan Ordusunun eski subaylarından Hasan A-Shari'nin "Türkiye ilk tehdit durumuna gelmiştir. Ve İran ikinci tehdit konumuna düşmüştür" sözlerini de aktaran Kais, sunduğu programda, “Arap ülkelerini bu günlerde rahatsız eden nedir? İran, İsrail… Ne o ne de o. Onlar için en büyük tehdit ‘Sultan Erdoğan’.”
Nasıl oluyor da Türkiye Arapların kâbusu haline geldi? Anlamak için biraz daha geriye gitmek gerekiyor. Her şey Arap Baharı ile başladı. Protestoların meyvelerini en fazla Müslüman kardeşlerin hâkim olduğu ülkeler topladı. Ve Erdoğan bunların başındaki kişidir.
Mursi’nin devrilmesi tabii ki planlanmış bir olay idi. Bu planlı durum özellikle Sünni ülkelerde halen devam etmekte olan iç savaşların bir devamı niteliğindeydi. Ve bu durum İslam ülkeleri arasındaki değişik akımların sonucudur. Halîhazırda savaşan taraflar İslam'daki ana akımı temsil etmektedir.
Cephelerden biri Müslüman Kardeşler ile özdeşleşen akımdır. Hayal ettikleri ise dini İslami bir imparatorluk kurmaktır. Erdoğan'ın Türkiye'si ve Katar bu akımın öncülüğünü temsil etmektedirler.
İkinci cephe ise Mısır ve Suudi Arabistan, Bahreyn ve BAE’dir. Bu ülkeler Müslüman Kardeşler örgütünü terör örgütü olarak kabul ediyorlar. Sünni dünyasındaki mücadeleyi kazanabilmek için Erdoğan taktik değiştirmek zorundaydı. Ve Bugün Ortadoğu’da Erdoğan'ın parmak izlerinin olmadığı bir toprak parçası yok gibi. Suriye'de o ülkenin kuzeyindeki topraklara yerleşti. Filistin konusunda ise her karışını ve köşesini karıştırmaktan geri kalmamaktadır. Rutin bir şekilde İsrail'e karşı tutumunu sürekli sürdürmektedir. Ve bunu da Arap ülkeleri hesabına yapmaktadır.
Türk Sultan'ı Afrika'da bile etkin olabilmenin ve oradaki servetin savaşını vermektedir. Son ise Kaddafi sonrası Libya’dır. Libya adımı Erdoğan'ın büyük programının içinde bir bölüm daha ortaya koymuş oluyor. Kendisini Avrupa Birliği’ne almayan ülkelerinin gözlerine parmak sokmak gibi de diyebiliriz.
Peki, Erdoğan Ortadoğu’daki her tarafa ahtapot kollarını gönderirken aslında ne arıyor? Birkaç menfaati konuşabiliriz, düşünebiliriz: Pek de parlak olmayan Türkiye ekonomik durumunu örtemeye çalışmak olabileceği gibi. Ve bununla kaldıraç kuvveti kullanıp Avrupa ve Dünya devletlerine baskı yapmak veya en basitinden SÜNNİ dünyasında Mısır ve Suudi Arabistan hesabına güçlenmek olabilir.
İyi de Sultan'ı durduracak kimse var mı? Doğru olan bir şey varsa o da Ortadoğu’da yayılmaya niyet eden İran'dan söz ederken bir imparatorluk hülyası olan Sultan'ı unutmayın.” Tercüme: Rafael Sadi Odatv.com
xxx
Yazımın başlığını bir hafta önce koyarken, değerli iktisatçı yazar Erdal Sağlam’ın cumartesi günkü yazısı sanırım henüz ya yoktu ya da taslak halindeydi. İznini almadan yazımı onun son cümlesiyle bitirmek istiyorum: “Vatandaş, “seçtiği yöneticilerin yaptığı hataların faturasını kendisinin ödediğini” anlamadıkça, bu darbeleri yaşamaya devam ediyoruz.”
|