Yazdırma tarihi : 15.01.2025

CHP’YE DAİR ANIMSATMALAR

Tarih: 9.07.2023 18:09:12


CHP, 1966’da merkez Sağ (liberal kapitalist)
 


Adalet Partisi karşısında 6 Okunun “halkçılık” umdesini yaşama geçirerek, ortanın solunda (merkezi planlamaya dayalı karma ekonomi) olduğunu açıkladı. Öylece amacı, program-tüzük ve kadrosuyla, yüzde 90’ı alın teri ile geçinen emekçi sınıflardan oy alabilmeyi hedefleyen bir Sosyal Demokrat (Demokratik sol) parti olmaktı.
CHP, o açılımın ilk sonuçlarını 1973 ve 1977 seçimlerinde Genel Başkanı Bülent Ecevit’in seçmene yansıyan inandırıcı emekten yana halkçı, devrimci ve ilerici söylem ve eylemleri ile aldı.
12 Eylül 1980 Darbesi ile partiler kapatıldı. 1983’den başlayarak dağılan (dağıtılan) çalışan sınıfların partilerinin en önemlisi olan CHP, 1992’ye dek HALKÇIP, SODEP, SHP, DSP adları ile bölünerek (hükümette küçük ortak olsa da) iktidar (halk indinde güçlü parti) olamadı.
1992’de yeniden açıldıktan sonra da, Ecevit-Rahşan yaftalı DSP’nin uzlaşmaz yaklaşımı yüzünden CHP, bir daha eski oy gücüne erişemedi. Hatta 1999 seçiminde yüzde 10 barajını geçemediği için ilk kez TBMM dışında kaldı.
2001 Ekonomik Krizi sonucu Mecliste bulunan partiler, 2002 seçiminde tasfiye oldular. Yeni kurulan AKP’nin, geçerli oyun üçte biri (yüzde 34,28) ile tek başına iktidarı eline aldığı o seçimde CHP ancak, yüzde 19,39 oyla muhalefet olabildi.
Yüzde 20 dolayında artan-azalan oylarla 2010 Mayıs kurultayı öncesine gelindi. Genel Başkan açısından ortaya çıkan olumsuz o olay sonucu, 2009’da İstanbul Bel. Bşk. adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu, Genel Başkan oldu.
Yıllardır Aş-İş derdi ile arayış içinde olan kitleler için o değişim, 2011 seçimi ile CHP’nin iktidara dönük bir çıkış yapabileceği ümidini doğurdu.
Doğan umut, 2011, 2015 ve 2018 seçimlerinde değil, ancak 2019’da İstanbul, Ankara başta, kazanılan yerel seçimlerle doğar gibi oldu.
Ne var ki, “gibi” de gerçek olmadı. 2001 ekonomik krizinden çok daha ağır bir süreçte gidilen 2023 Mayıs seçimleri yalnız CHP için değil, Aş-İş derdinde boğulan halk için de tam bir yıkım oldu.
Ve parti içinde geçmişte yaşananlardan çok daha şiddetli bir kargaşa yarattı. Ancak Genel Başkan sonucu tümüyle tersten okuyarak, “değişim” çağrılarını geçiştirmeyi yeğledi.
Kamuoyundaki tepkileri arkasına alarak genel başkanlık planlarını öne alanların başlattığı medyatik çıkışlar ise, soyut “değişim” lafından öte geçemedi. Bu çıkışlar, artık parti içi politikada uzmanlaşan içi-dışı farklı ve soğukkanlı Genel Başkan K.K. için kendi kalıcı hesaplarının (merkez atamalarına dayalı delegelerle yapılan kongre ve kurultay) yolunu açtı.
Seçmen indinde kısa sürede ün yapan bir Yerel Yönetim Başkanının salt zirve sevdasını somut çözüm planına dönüştürmek konusundaki ayak sürçmesi, genel başkanlık için sıradan bir yarışın meraklılarını yüreklendirdi.
Yetmedi, seçimde bekledikleri postları alamayan partinin eski genel başkanları H.Ç. - M.K. gibi bazı ismi büyük “Tükenmişlerin” de, CHP’yi karalayarak gündemde boy gösterme hafifliğine ve sorumsuzluğuna fırsat verdi.
Ülke ve halkın sorunları yığılmayı sürdürürken, popülist politikanın gündemini daha çok CHP’nin iç dedikodu ve atışmaları dolduradursun, ben yazılarımla, bu ilkel gidişata katılmama kararındayım.
Bu hafta olduğu gibi uzunca bir süre daha, siyasi inanç ve düşüncelerim doğrultusunda CHP’nin çağdaş uygarlık yolundaki temel ilke-amaç ve kuramları üzerine denemeler* yapmaya çalışacağım. Bilmesi ve anımsaması gerekenlere küçük dersler çıkar niyetiyle…
“Kendimizle hesaplaşmadan olmaz”; Bu üç kelime, 2007 seçiminden sonraki bir yazımın başlığıydı. O seçim sonrası CHP’de erken başlayan parti içi tartışma, kimsenin ders almadığını gösteriyordu.
2007 seçimi genel başkanlıkta Baykal’ın son seçimi oldu. AKP’nin yüzde 47 ile iktidarında güçlendiği o seçim sonrası, CHP'nin seçimi yitirmesinin nedenleri her çevrede tartışıldı. Kimileri de tartışmanın anlamsız olduğunu, her şeyden önce genel başkan ve çevresinin tasfiye edilmesi gerektiğini söyledi. Özellikle, bazı eskiler her seçim sonrası olduğu gibi partiyi ele geçirme telaşına kapıldılar.
1995'ten sonra da öyle olmuştu, üstelik sorunun özüne girmek isteyenler ise bir türlü açık ve cesaretli olamadılar. O nedenle de, CHP'nin asıl sorunlarını tartışmak, hep bir anlamda gereksizmiş gibi algılandı.
Aslında bu anlayış, CHP 1999'da barajı geçemeyip meclis dışında kaldığı tarihten beri başta Genel Başkan Baykal olmak üzere tüm parti üst yönetimine hâkim oldu. Ben diğerlerini önemsemiyorum ama bu yanlışa Baykal’ın gerçekten inandığına dair hep kuşku duymuşumdur.
O süreci doğru yorumlamak için geriden almak gerekir; Ecevit 1966'da Genel Sekreter olduğunda İsmet İnönü’nün hemen yanında Turan Feyzioğlu, Kemal Satir ile Nihat Erim gibi gelenekçi ve elit isimler vardı. Bu kadro için ülkenin temel sorunu Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi'nin yanlışlığı yüzünden, laik cumhuriyetin tehdit altında olması idi. Onlara göre Altı Okun içinde olan bu iki temel umdeden asla ödün verilemezdi. Atatürkçülüğe karşıtlık, bu iki okun kırılmasından kaynaklanıyordu.
İşte bu konuda, Bülent Ecevit ve DP'den gelen Turan Güneş ile arkadaşları, o kadro ile karşı karşıya geldi. Onlara göre ise, halkın temel sorunu, Aşı ve İşi idi. Sandıktan oy alarak iktidar olmanın yolu da, halkı kazanmaktan geçerdi. O nedenle de CHP yoksulun ve emeğiyle geçinen orta sınıfın partisi olduğunu halka anlatabilmeliydi. Laikliğin ve cumhuriyetçiliğin yanında çok daha önemle öne çıkarılması gereken, halkçılık ve devrimcilik ilkeleriydi. Hatta bir kurultay öncesi Ecevit bu gelenekçi kadroyu “Gardırop Atatürkçülüğü” yapmakla eleştirmişti.
1971'de Genel Başkan olduktan sonra Ecevit ile arkadaşlarının ilk işi partinin programında ve seçim bildirgesinde önemli değişiklikler yapmak oldu. 1973 seçim bildirgesinin kapağında “Ak Günlere” yazılıydı. Bu bildirgenin dayandığı temel amaç ise; “Bu Düzen Değişmelidir” idi. Değişecek olan düzen de, ekonomik ve sosyal düzen olacaktı. CHP, temel politikasında, soyut hedeflerden (laiklik, cumhuriyetçilik, milliyetçilik) daha çok halkın Aş-İş sorunlarına (halkçılık, devrimcilik, devletçilik) öncelik veren bir değişikliğe gitmekti.
1977 seçiminde alınan yüzde 42 oyun asıl nedeni, 1973 seçim sonrası kurulan Ecevit Hükümetinin bu hedeflerden önemli bir bölümünü gerçekleştirmiş ya da alt yapısını hazırlamış olmasıdır. Bu gerçek şu savı belgelemiştir; Halkın sağduyusuna her zaman güvenmek gerekir. Halk ne istediğini iyi bilir. Boş söze kanmaz.
1992’de yeniden açıldıktan sonra, CHP’nin önünde her zaman iki seçenek var olmuştur. Ya, 1970 öncesinin CHP'si gibi soyut konularla içerde didişip durmak ve küçülmeye devam etmek ya da halkın doğrusuna inanıp ona sarılmak. İşte o zaman CHP gerçekten 6 okunun gereği olan “halkçılık” ilkesine yürekten sahip çıktığına halkı inandırmış olur.
1995 seçimine giderken partide bu yönde yapılan tartışmalardan sonra ortaya ortak bir slogan çıkmıştı, “CHP DEĞİŞİMİN GÜCÜ”, işte bütün mesele böyle olabilmek ve halkı buna İNANDIRMAKTIR.”
Bu yaşanmış gerçekleri anımsatmamın nedeni ve muhatabı, hırslarını hâlâ yenememiş eskiler değil. Asıl dileğim, Kılıçdaroğlu ve birkaç aklı başında genç kendini yükümlü sayan gerçek CHP’li arkadaşlarımızın okumasıdır.
(*) Örnek bir değerli yorum: “CHP’DE DEĞİŞİM, AMA NASIL? Prof. Mustafa Kaymakçı 10 Mayıs 2023”





Haber NO: 1398

Kategori: BiGazete