Ancak bir ay içinde art arda ayrılıkçı Kürt (terör)) sorunu ile sürdürülen savaşkan tutumun, “AK Sarayca varsa ya da ne ve neresi ise!” hedefine ulaşamayacağı sivil-asker acı içinde herkesçe görülmüş olmalı. Bu nedenle bu yazımda, haddimi aşsa da, içinde olduğum ve bilenlerden öğrendiğim olayları aktararak, sorunu deşmek istiyorum: Yıl 1974, benimde bakan olarak görev aldığım CHP-MSP (N. Erbakan’ın –milli görüşçülerin- partisi Milli Selamet Partisi) koalisyon hükümetinin Başbakanı Bülent Ecevit, Saddam’dan önceki Baas Partisi ilk Lideri ve Cumhurbaşkanı Hasan el-Bekir ile görüşmek için Irak’a gitti. Gündemimizdeki asıl konu Kerkük petrollerine olan gereksinimimiz. Ancak hemen anımsayalım o tarihlerde, “ayrılıkçı Kürt hareketini” örgütlü ve silahlı boyutta (terör diyebiliriz) ilk başlatan Kuzey Irak’ta bu gün var olan Federe Kürt Devletinin Başındaki Mesud Barzani’nin babası Mustafa Barzani’ydi. Henüz Türkiye’de, İran’da ve Suriye’de ne PKK ve Öcalan ne de öteki iki ülkede Kürt aşiretleri dışında lideri bilinen ayrılıkçı Kürt örgütlenmesi vardı. Başbakan Ecevit Irak ziyaretinden döndüğünde, özel görüşmesinde Cumhurbaşkanı El-Bekir’in “Petrol ve diğer konularda çözüm olur ancak, bizim tecrübemizden bilesiniz ki, sizin önünüzde nüfus büyüklüğü sebebi ile bizden çok daha ciddi bir Kürt ayrılıkçı kalkışması sorununa hazırlıklı olun” dediğini, biz CHP’li bakanlara iletmişti. Daha önce yazmıştım, o tarihten 4 yıl sonra bir gün Bitlis İl Başkanımız Mehmet Gebeloğlu “özel surette bu konu için geldim, Ankara uyuyor mu, Abdullah Öcalan ‘ı Koçero gibi eşkıya zannediyorsunuz, oysa bölgeyi kana bulayacak ayrılıkçı bir harekâtın hızla yayıldığını görmelisiniz” demişti. O tarihlerde Siverek kaymakamı Aydemir Ceylan’ın da benzer bir raporu bakanlığına verdiğini yıllar sonra kendisinden öğrendim. Gerçekte de, 1980 Darbesinin değiştirdiği Anayasada “Kürt dili başta Kürt sorunu yoktur” denmesinden de yararlanan PKK, bölgede sözde kendi ırkının her bakımdan haklarını arayan ve ayrılıkçı bir terör örgütü olarak tırmanışa geçti. Bu tırmanışa karşı 40 yıldır sürdürülen politikanın ana başlığı, organize silahlı (savaşkan) yöntemle “TSK’nin gelişen ve artan teknolojik gücüne dayalı” sınırlarımız dışına taşmak oldu. Bu gerçeklere karşı, kendim akıl vermek yerine bir alıntı yapacağım; Çok uzun süredir birikimi, bilgisi ve öneri-önlem konusunda büyük güvenle izlediğim Emekli Tuğgeneral Haldun Solmaztürk’ün son konuşmasındaki savları: “Kırk yıldır bu askeri harekâtların arkasında olması gereken ‘siyasi hedef’ yok. Bu gün Kuzey Irak’ta artık resmen bir Kürt devleti var. Orada son kez olan gibi ‘Kalıcı Üs’ kurmaya çalışılıyorsa, bir Kurmay’ın bilmesi gereken temel koşul, Üs 6 aydan uzun Kalıcı olmaz. Kıtaların ikmali, transferi, lojistiği ve fizik gücü zamanlıdır, ha diyorsanız ki, asıl amacımız hep kalmaktır o üs değil işgaldir. Son yarım yüz yılda işgali ne ABD Vietnam’da, ne Rusya Afganistan’da ve halen Ukrayna’da başarabildi. Kıyıma varan savaşına karşın ne de İsrail Filistin’i işgal edebilecektir”. Şam’da namaz kılma Sloganıyla yola çıktığımız Suriye’de Esed’i Osmanlıca deyişle “Hal edemediğimiz” gibi Rusya’nın peyki haline getirdik. NATO ortağımızın koruculuğunda davetinde bayrağını astığımız Müslim’in kurduğu PYD’nin PKK hamiliği ile can pahasına çarpışıyoruz. Bari her seçimde iç politika dalaşına alet etmesek! -
|