Türkiye’de iç göç baslamamis, bugün fotograflarda aranan o Karaköy’ü, o Beyoglu’nu, o Sirkeci’yi, o Kadiköy’ü, o Yesilköy’ü ile Istanbul, Paris kadar çekici, Berlin kadar gizemli, Londra kadar cesurdu.
1950 model Chevrolet bir taksi ile Galata’dan Ortaköy’e dogru bugün hala dünyada esi olmayan o magrur çinarlarin altindan geçerken büyülenmis ve Dolmabahçe Sarayi’ni bile görememistim.
Üst kattaki en az 80 erkek çocugun yattigi, büyük salonda karyolami ve dolabimi gösterdiklerinde ben hala Feriye Saraylarinin islemeli tavanlarina ve pencerelerden bogazin o parildayan yakamozlu sularina dalip gitmistim.
Izin aldim, disari çiktim, saga dogru yüz metre yürüdüm, iskele sokagina saptim ve Ortaköy postanesini buldum. Içeri girip “ELT-Telgraf” kâgidini aldim ve yazdim, “Salimen geldim ellerinizden öperim.”
Türkiye’nin her seyi olan Istanbul’un o tarihlerdeki nüfusu ancak bir milyon dolayinda idi. Ana ulasim tramvaylarla yapiliyordu. Sirkeci’den kalkan ve lisemizin önünden geçerek Bebek son duragina giden tramvayin numarasi 22 idi. Ilk günlerimdeydi, Eminönü’nden bindim, bes durak sonra biletçi bagirdi “Kabatas var mi inecek”, bende “var” isaretini yaptim. Tramvay durdu, ancak ortada lise-mise yoktu, “insene oglum”, “amca Kabatas Lisesinde inecegim, burasi mi?”, “ögren oglum burasi, Kabatas Iskelesi” dediginde aglamakli olmustum! Biz Anadolu’dan gelenlere Istanbullu arkadaslarimiz, ne hata, ne bilgisizlik yapsak, hemen dalga geçerek “Bundan baska Istanbul yok!” derlerdi. Yani çatal-kasik tutmak dahil yasamin sirrina kadar, her güzel, her iyi sey orada ögrenilirmis!
En güzel yillarim geçerken, Türkiye’de büyük degisimini yasiyordu. Menderes Türkiye’yi küçük Amerika yapmaya, her mahallede bir milyoner yaratmaya çalisiyordu! Yillar güzellikler içinde beni de büyüttü. Istanbul Üniversitesi Iktisat Fakültesinde ögrenciydim artik.
Insan haklari, hukukun üstünlügü, üniversite özerkligi ve benzeri çagdas degerler diye diye, 28 Nisan 1960’a geldigimizde, Beyazit meydaninda bir ögrenci arkadasimizin (Turan Emeksiz’in) öldügünü duymus ve sokaklara dökülmüstük. Ankara’da Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültesi ögrencileri de 29 Nisan’da Polisle çatistilar. Aradan bir ay geçmedi, Türk Halki 27 Mayis 1960 Darbesini gördü. O Darbe, biz gençlere göre bir ihtilaldi! Yilarca o günü, Anayasa Bayrami diye andik durduk. Özgürlükler ve demokratik kurumlar açisindan çok ileri bir Anayasa idi 1961 Anayasasi.
Dünyada önemli gelismeler olmustu. 1960 sonrasi Sovyetler Birligi, Kore’den Küba’ya kadar komünizmin yayilmasinda olaganüstü yol almisti. Türkiye’de de esen sol rüzgarlar, Ismet Pasa’nin CHP’yi ortanin solunda bir parti oldugu ilanina kadar götürdü.
Ben de, yeni kurulan ve Türkiye’yi ekonomik bakimdan kurtaracak olan Devlet Planlama Teskilatinda görev alma mutluluguna ermistim. Istanbul hizla yüz degistirmekte, Arçelik’le Sütlüce’de baslayan özel sektör sanayilesme yatirimlari hizlanmakta idi. Demirel “Millete plan degil pilav lazim” diyerek, uygulamaya koydugu tesvik sistemi ile Kamu Iktisadi Tesebbüslerinden kaynak aktararak özel sektörün önünü açma politikasina yönelmisti.
Ancak, sosyalist gençligin eylemeleri Istanbul basta büyük kentlerde, Adalet Partisi Hükümetlerini çok tedirgin ediyordu. Bir Içisleri Bakani “Birlesik kaplar” örnegi diyerek, “sol”un karsisina, Devlet destekli “sagci” gençlik odaklarini çikarma projesini ortaya atti. Ülkü ocaklarinin güç verdigi “komandolar” ile, Güney Amerika kaynakli rüzgarlarin besledigi “sehir gerillasi” yöntemleri ile bir araya gelen “Devrimci Gençligin” çesitli fraksiyonlari arasinda silahli çatismalar yayginlasti gitti.
12 Mart Muhtirasi ile Generaller bir anlamda darbe yaptilar. Sikiyönetimler dönemi basladi. Özellikle sol gençlik eylemlerinin önderlerinin çogunun öldürülmesi ile toplumsal ve siyasal açidan çok acili ve haksizliklarla dolu üç yilin ardindan durulan ortamda, 1973’de yapilan seçimlerle Türkiye yeni bir demokratik döneme girdi.
Ecevit’in çagrisi ile ben de ansizin kendimi CHP saflarinda ve Mecliste buldum. Deniz Baykal’la 1974 Hükümetinde Bakan olarak baslayan beraberligimiz, 1976 baslarinda Ecevit’e karsi “Baykalcilik” hareketine dönüstü. Amacimiz gelecegini çok basarili görmedigimiz Ecevit’in yerine Deniz Baykal’in basinda oldugu CHP’yi, Sosyal Demokrat ilke ve hedefleri dogrultusunda tek basina Iktidar Partisi yapmakti.
Düsünce ayriligi degil, degisimin gücü olarak, kadro evrimini amaçlayan bir harekettik. 1976’da ilk kurultayimizda Ecevit’in karsisinda 17 oy farkla kaybetmistik. Ama kamuoyunda, partinin gelecegini alabilecegimiz bir basari sayilmisti. Basini Ali Topuz ve Aytekin Kotil’in (Istanbul’un bir dönem Belediye Baskani idi) çektigi Istanbul örgütünde basarili olamamistik.
12 Eylül 1980’de askerler çok önemli bir hata yaptilar. CHP ile Demokrat Partinin devami olan ADALET partisi de dahil, bütün partileri kapatmakla Evren Pasa bugün hala sorunlarini yasadigimiz siyasal yapimizi paramparça etmis oldu. CHP, önce Halkçi Parti sonra SODEP ve daha sonra SHP ile 1987’den sonra bizim de içinde oldugumuz Sosyal Demokrat siyaset yeniden yola koyuldu. Önce SHP’de sonra 1992’de yeniden açilan CHP’de, Deniz Baykal’in inandigimiz yetenek ve becerilerini ülke yönetimine tasimak için büyük savasimlar, ugrasilar verdik.
1999 seçimleri Baykalci hareket için bir bitis oldu. CHP barajin altinda kalmis ve yillar öncesinden karsi çiktigimiz ve basari sansi görmedigimiz Ecevit Basbakan olmustu. Halktan aldigimiz dersi iyi okumamiz gerekiyordu! Istifa eden Baykal, telasla geri dönerek, Altan Öymen’in elinden Genel Baskanligi aldiginda, halkla arasinda var olan güven bunalimi, bence tümüyle güven yokluguna dönüstü.
Son bes yildir Baykal, Erdal Inönü’nün de içinde oldugu önde gelen isimlerin hepsi ile tartismali ve bazen kavgali bir Genel Baskan olmaktan kendisini kurtaramadi! CHP bugün artik halkin gözünde, evinde kavga eksik olmayan ve evlatlarini yiyen bir parti konumunda! CHP, Deniz Baykal’in kendi sözü ile “Kavgali eve kimse kiz vermez” yaftasini sirtindan bir türlü atamadi.
Dün gördüm ki, Ortaköy Istanbul Bogazinin eski iskelesi olmaktan çikmis, kültür etkinlikleri, çagdas zenginligimiz gençlerin, müzikleri resimleri sanat eserleri ile dünya halklarinin kosup geldigi yirmibirinci yüzyil marka, civil civil bir meydan olmus!
“ELT Telgrafini” çektigim postane yerinde duruyor. Ondan gayri 1953’den bir tek bos, sehir hatlari Ortaköy Iskelesi kalmis. Çinaralti lokantasina oturdum, oturdum da bir kalamar kizartmasi, bir de karides güveç istedim dün! Garsonun adi Seyfettin idi. Ordu’nun Gürgentepe’sinden. “Bak Seyfettin, Baykal’in partiden attigi Ertugrul Günay, CHP’nin bir zamanlar genç Genel Sekreteri idi, ben onu Ordu Il Baskani iken tanidim. Senin Fatsa Ilçende adi komüniste çikmis bir Terzi Fikri vardi, Belediye Baskani bile olmustu.” Seyfettin sordu “Agabey sen simdi hangi partidensin”, “CHP” dedim, “Yok agabey Baykal gitmeden kimse size oy vermez, hele gençler hiç vermez.”
|