Yazdırma tarihi : 15.01.2025

Savasta Dogan Benim Kusagim

Tarih: 11.12.2003


1950 öncesi ikinci dünya savasi sona ermis Hitler’in fasizmi milyonlarca insan ölüsünü tarihe birakarak yenilmis. Amerika bugün ulastigi dünya imparatorlugunun Cümle Kapisini açmis. Türkiye Milli Sef Ismet Inönü’nün izledigi ve hala tartisilan “Savasin disinda kalma” politikasi sayesinde hiçbir yurttasinin burnu kanamadan 1950’lere ulasmis. Ancak bedelini açlik ve sefaletle ödedigi için kitle psikolojisinin etkisi ile halk hesabi CHP’ye kesmis, Demokrat partiyi tek basina iktidara getirmis.
 


O tarihlerde baslayan Amerikan yayilmaciliginin ilk isi dünyada duran ekonomik yasami canlandirmak için basta Avrupa olmak üzere, Nato’ya giren ülkelere Marshall yardimini baslatmak oldu. Elbette ayni zamanlama ve ayni hirsla, Komünizmin Patronu Sovyetler de durmadi, onlar da Comecon’u güçlendirmek için uydulari olan Avrupa’daki dostlarina destek olmaya basladilar.

Iki blokun da asil amaci, gelecekte kendi ekonomik sistemlerini dünyaya egemen kilmakti. Silah yardimi ile birlikte asil, Beyinleri dolduracak, kendi kültür ve bilgilerini hem kapitalistler, hem de komünistler her türlü yolla bu ülkelere göndermeye basladilar.

Böylece Beyoglu sinemalarinda Amerikan filmleri, Tiyatrolarda ingilizceden tercüme oyunlar, gazetelerde Newyork’tan, Chicago’dan resimler, dükkanlarda kadinlar için naylon çoraplar, erkekler için naylon gömlekler, ilk görülenler oldu.

Gene Kelly, Fred Astaire, Cyd Chryss’in müzikalleri beni en çok çeken filmlerdi. 1953 yilinda Kabatas Erkek Lisesine Amasya’da lise olmadigi için okumaya gelebilen sansli bir gencin, Yeni Melek Sinemasinda “Naylon çoraplar” müzikalini hem de renkli olarak seyretmenin ne demek oldugunu, bugün kendi kizlarim bile anlayamiyor.

Cumartesini iple çekerdik, arkadaslarla o hafta yeni baslayan ses operetindeki müzikli oyunu seyretmek için. 1960’larda “Go Home Yankee” diye, genç üniversitelilerin pankart açarak, Dolmabahçe’de kovaladigi Amerikan gemicileri, Beyoglun’da Abanoz sokaginda çiçeklerle karsilanip her tarafa dolar saçtiklarini gülerek seyrettigimizi dün gibi animsiyorum.

Sonra takvim sayfalari hizla geçti 1960’lar, 1980’ler derken 21. yüzyila gelindi. Ancak zaman hizli geçerken belki bir kusak degistiren dünya, 50 yila milyonlarca yilda olandan çok daha büyük bir degisimi, genislemeyi yasatti.

Dedem Osman Hoca’ya, okuldan eve döner, her aksam vapurun dumanini, günesin yükselisini anlatarak dünyanin yuvarlak oldugunu açiklardim. Inandiramadim diye öldügünde, kendimi suçlamistim. Bir arkadasinin sagladigi olanakla gittigi Mekke’den döndügünde baska bir ülke gördükleri için sevinen arkadaslarini suçlayan ögretmen Babam, “Ben Samsun’dan baska modern yer göremedim, içimde ukde kaldi, sen sen ol oglum, firsat bulursan sakin doguya dogru gitme, hep batiya git “ demisti.

1950’den sonra yasanan büyük degisiklik benim kusagima piyango gibi vurdu:
Kremlin’de Brejnev’i gördüm, Maocu arkadaslarla Coca Cola içtim, Çin’in simdilerde gözaltinda olan Revizyonist Zao Ziang’in konugu olup, Pekin’de çay içtim. Kursuna dizilen halk kahramani Çavusesko’nun yazlik sarayinda kimya müyendisi karisi Elena’dan fasizme karsi nasil direndiklerini dinledim. 1969 yazinda Armstrong’un aya ayak basmasini televizyonda canli olarak ABD’nin Pitsburg sehrinde izledim. Doktor Barnard Güney Afrika’da kalp ameliyati yaptiginda, Madela elinde silah, halkinin kavgasini veriyordu, yillar sonra ülkesinin Devlet Baskani olarak Dünya Baris Ödülünü almasina herkes gibi ben de sasirmadim. Bunlarin hepsi basit birer ani oldu, perdelerin çogu kapandi.

1972’se siyasal terörü icat eden Arafat’in Birlesmis Milletlerde konusmasini izlerden, 2002’de Saron’un en büyük terörist basi diye Ramallah’tan atmak isteyecegi aklimiza bile getiremedik. Dün kaldigim evin çalan kapisini açinca postacinin Türkiye’den bir yakinimin internet araciligi ile satin alip parasini kredi kartiyla ödedigi ayakkabisini getirdiginde hiç sasirmadim. Oysa, 1949 yilinda mahallede içini bezle doldurdugumuz çaput topla oynarken, yeni atanan valinin oglunun yanimiza geldiginde elinde havayla sisirilmis ziplayan futbol topunu görünce üç arkadas saskinliktan oturup onu saatlerce incelemistik. Hele geçen aksam televizyondaki Yunan kanalinda yeni Atatürk Stadyumunda oynanan 2-2’lik Galatasaray-Fenerbahçe maçini seyrettigimi baskasi söylese inanmazdim. Daha ötesi bilgisayarda Newyork’daki odamda yazdigim bu yaziyi üç dakika sonra okurlarima ulastirabilecegimi on yil önce hayal bile edemezdim.

Iki aksam önce, ünlü Broadway caddesinde gittigimiz “42 Sokak” müzikalini seyrederken 50 yil gerilere gitmekten kendimi alamadim.

Iki buçuk saat süresinde o sahne isiklarinin karsisinda kaç kere Beyoglu’na çiktim, kaç kere Atlas, Emek, Alkazar sinemalarinin önünden geçtim. Insan beyni derinine dalmaya basladiginda sayili dakikalar içinde yogun geçmisini yeniden yasar diyen bilimadamlarina hem hak verdim, hem sükran duydum.

Nostalji çok keyif verici bir duygu, ancak dün sölen sirasinda benim aldigim kadar keyif almak için benim kusagimdan olmak ve geçen bu elli yili yasamak gerekir.

Hiçbir kusak bu büyük degisimi daha önce yasamadi, bundan sonrada yasayamaz.


Haber NO: 35

Kategori: NTVMSNBC