Böyle giderse, 2006'da Türkiye yüzde 7'nin üzerinde büyüme saglamis olacakmis. Bunlari Türkiye Istatistik Kurumu'nun verilerine dayanarak yaptigi basin toplantisinda Devlet Bakani ve Basbakan Yardimcisi Abdüllatif Sener söyledi. Bu hükümetin en agirbasli, az konusan ve ekonomiden sorumlu bakani oldugu için Sener'i dinleyenlerin çogunlugu, ekonominin çok iyi gittigini saniyor olabilir.
Özellikle ekonomi gibi sosyal konularda istatistik bilgilerin yorumu ve önemi, kimin ve nasil baktigina baglidir. Bu tabloya, isi gücü para hesabi ve uyurken bile akli bilgisayar ekraninda olan Istanbul borsasinin bir genç is adami ile o ekranlarda ne oldugunu pek anlamayan genç güvenlik memurunun tepkisini ayni anda görebilmeyi çok isterdim. Gizemli bir kumarbaz gibi binlerine bin katmanin hesabi içindeki borsa zengini gencin, kasinan ellerini ovusturdugundan hiç kuskum yok. Issiz arkadaslarinin pazi bandina ve fiyakali durusuna özendigi güvenlikçi gencin ise, onun bu haline bakarak "bu büyüme ne ki ola, benim maas degil, borçlarim büyüyor" dedigini de duyar gibi oluyorum.
Elbette, refahin artmasi için bir ülkenin her yil daha çok ve daha çesitli üretmesi gerekir. Ancak asil sorun ondan sonra baslar. Birincisi, o üretimden elde edilen geliri kimler ve nasil bölüsecektir. Ikincisi de o gelir nasil tüketilecektir. Bu nedenle, iktisatçilar yillardir "ekonomik kalkinma" ile "büyümenin" ayni sey olmadigini tartismayi sürdürüyor. Ben de eski bir planlamaci iktisatçi olarak özellikle ülkemizde büyümenin, halkin refahinin anlamli bir göstergesi olmadigina inananlardanim. Basitlestirirsek; "kalkinma, bir ülkede her alanda verimliligin artmasi ve insan yasaminin nesnel olarak daha saglikli ve güvenli olmasi" diye tanimlanir. Büyüme gibi salt aritmetik bir kavram degildir. Üstelik kalkinma, düzenli ve sürdürülebilir olmalidir.
Toplumsal tarih gösteriyor ki insanoglu yaratilan gelirin paylasilmasi için günümüze degin acimasizca savasmis ve hâlâ savasiyor. Orta Dogu'da her gün akan kanin nedeni, o topraklarda üretileni degerleri, silah zoruyla da olsa kendi ülkesine götürmek isteyenlerin açgözlülügünden baska bir sey degil. Talat Pasa'nin bir saptamasi çok gerçektir; "Sark meselesi gösterildigi gibi bir insanlik ve Hiristiyanlik meselesi degildir, tersine bir çikar sorunudur". 20. yüzyilda yasanan siyasal ve ideolojik savaslar da yaratilan gelirin kullanimi çatismasindan kaynaklanmistir. Komünistler, bütün üretim araçlarini devletin elinde toplamak istemistir. Istediler ki geliri, onu üretenler, yaratanlar yani emekçiler tüketsin. Ne var ki bu amaç bir umut olmaktan öteye geçmedi. O nedenle kapitalistler dünyanin neresinde kâr getiren bir üretim ve hizmet varsa, hepsi bizim olsun dediler. Afrika'nin güneyinden Asya'nin en ucuna, Alaska'dan Hindistan'a kadar sömürecek bir karis toprak için, canlar aldilar ve can verdiler.
Siz Türkiye'de son yillarda tek güçlü örgütlü kalan memur sendikalarinin, alin teri döktükleri maas konusunda hükümetlerle anlasabildigini hiç gördünüz mü? Bu yil da memurlarin istegi olmadi ve tahkim kurulu denen hükümetin bir anlamda emrindeki kurumun bir saatte verdigi karara boyun egmek zorunda kalindi. Simdi ben biliyorum ki, Abdüllatif Sener büyüme hizindan dolayi övünürken, onlar bir kez daha haklarinin nasil yendigi gerçegini belgelemek için ugras vermenin hesabini yapiyor.
***
Dünya iktisat biliminde ''büyüme'' ve ''kalkinma'' deyimlerine batida ilk kez 1940'larin ikinci yarisinda rastlandi. Bu yillarda ekonomide öne çikan bilim adami J. M. Keynes'tir. Onun yaninda yetisen Harrod ve Domar adli iki ekonomist bir formül gelistirdi. Bu formüle göre bir ülkede kalkinma, o ülkenin yaptigi yatirim ölçüsüne baglidir. Yapilan her sabit sermaye yatirimi, ülkenin kosullari ve dünyanin içinde bulundugu gidise göre degisen ve bu yatirimla orantili bir gelir artisi saglar. Iste bu artisi da, "yatirim/katma deger katsayisi" denilen bir ölçek belirler. Kisaca, bir ülkede gelir artisi o ülkede yapilan yatirimlara ve her yatirimin ek gelir yaratma oranina baglidir. Kalkinmayi öngören ülke için bu sav, bu gün hâlâ herkesin benimsedigi dogru olmayi sürdürüyor. AKP hükümetinin kendi marifeti gibi göstermeye çalistigi "büyüme hizini", iste bu gerçek isiginda degerlendirmek gerekir. Türkiye'nin son bes yildir yarattigi milli gelirden yatirima ayirdigi oran çok düsüktür. Kamu kesimi ise, IMF'in baskisi altinda elde ettigi gelirin çok büyük bölümünü borç ödedigi için yatirim yapamamaktadir. Issizligin birincil sorun oldugu ülkemizde yatirim, kalkinmanin kaldiraci oldugu gibi, yeni is yaratmak (istihdam) için de tek araçtir. Dolayisi ile sorulmasi gereken soru sudur; Yüzde 8 büyüyoruz da, kalkinabiliyor muyuz? Yani artan üretimimizden elde edilen geliri, yatirim yapmak ve öylece issizlik, saglik, egitim ve mutfaktaki sorunlar gibi halkin refahini artirici yolda tüketiyor muyuz?
Bunun yanitini borsa oyuncusu ile güvenlik görevlisinin verdigi yanitlarda aramak ve bulmak bence en dogru ve hakça olanidir.
|