Istanbul Teknik'ten sonra, iyi bir üniversitede master yaptigi için kizim Asli'ya, "mesleginde is bulabilen sansli bir mimar" oldugunu hep söylerim. Birlikte ünlü Fifth Avenue'den (Besinci Cadde) asagi, güzel havadan yararlanarak yürüyoruz. Ilgi duyanlar bilir, bizim "Türk Günü Yürüyüsü" gibi, Amerika'daki yabancilarin yilin belli tarihinde yaptiklari gösterisli geçitler Madison Avenue'de yapilir. O gün tanik oldum ki, Amerikalilar kendi geçitleri için dünya halklarinin bulustugu bu Fifth Avenue'yi kullaniyormus. Bando mizika esliginde, yogun izleyiciyi ve renk cümbüsü içindeki gruplari görünce, merakla biz de kalabaliga karistik. Bir yandan da Manhattan Adasi'nin alt ucuna yani özgürlük heykeline dogru iniyoruz. Bir ara ben caddeden geçen izci takimini izlemeye dalmisken, Asli: "Baba sen daha önce bu Metropolitan Kütüphanesini gezdin mi?" diye sordu. Döndügümde binanin girisine yukaridan asagi asilmis olan "Orhan Pamuk'un 5x10 m ebadindaki fotografi" ile karsi karsiya kaldim. Ikimizin de gözleri doldu ve yurdumdan uzakta ben ilk kez, gögsümün bu denli kabardigini duyar oldum. Ulusçu övünç dolu o halimi, ben ancak birkaç olayda daha yasamistim; lisedeyken, Dolmabahçe Stadyumu'nda Puskas'li Macar Milli Takimini 3-1 yendigimiz maçta; üniversitede iken Amerikan 6. filosuna karsi yaptigimiz gösterilerde ve bakan olarak içinde oldugum birinci Ecevit hükümeti, bir gece yarisi, Kibris Baris Harekâtina karar verdiginde, yüregim iste öyle kabarmisti.
Aksam internette yabanci gazetelerdeki övgüleri okurken, çogu dostum da olan bazi aydinlarimizin olumsuz yaklasimindan duydugum elemi ise, geçmiste hiç yasamamistim. Neyse ki, bütün zamanlarin en usta kalemi ve gerçek aydinimiz Çetin Altan'i okuyunca, olayin ülkem için gerçek degerini, halkimizin zamanla çok iyi görecegi umuduna büründüm. Sonunda, kalici olacak gerçegi, Çetin Altan yazmisti:
"Orhan Pamuk, Türkiye'yi kalemiyle evrensellestiren yazar... Türkiye'den de, insanligin ortak deha bahçelerine, açtiklari özel çiçeklerle layik degerde, yaratici kalemler geçti; Nâzim Hikmet'ler geçti, Sabahattin Ali'ler geçti, Kemal Tahir'ler geçti, Orhan Kemal'ler geçti, Rifat Ilgaz'lar geçti, Peyami Sefa'lar geçti, Haldun Taner'ler geçti, Sait Faik'ler geçti... Öylesine renkli bir büyük buket içinde Yahya Kemal de vardi, Necip Fazil da vardi, Kerim Korcan da vardi, Abbas Sayar da vardi, Fakir Baykurt da vardi... Kimler kimler yoktu ki; Refik Halit'ler,Yakup Kadri'ler, Memduh Sevket'ler, Resat Nuri'ler. Orhan Pamuk'un 2006 Nobel Edebiyat Ödülü'ne, hepsi galaksilerden el çirpiyor olmali... Bir de Nobel Edebiyat Ödülü'nü almis yazarlardan birkaçina bakalim: André Gide, William Faulkner, Bertrand Russell, Albert Camus, Boris Pasternak, John Steinbeck, Pablo Neruda vs... Simdi artik onlarin arasinda, ilk kez bir Türk yazari da var Orhan Pamuk.. Romanlari simdiye dek 45 dile çevrilmis olan Orhan Pamuk'u, kendi ülkesinde anadili Türkçe olanlardan, daha çok benimseyenler çikacak tüm dünyada neredeyse... Bayraklarin direklerini ne kadar yükseltirseniz yükseltin, bayraklar o ülkeden ilk kez Nobel ödülü almis bir yazar kadar görünemiyor dünyadan."
Aylar sonra bir aydin yurttasimiz Hrant Dink, özellikle son iki yilda, parti baskanlarinin oy kaygisi ile tirmandirdiklari, "milliyetçilik" siyasetinin kurbani oldu. Cinayetin çete reisi polislerin kolunda sorgulanmaya giderken, eyleminin ilkelligini su tehditle haykirmaya devam ediyordu ; "Orhan Pamuk sen de aklini basina al". Çok sürmedi, Orhan Pamuk'un sessizce yurt disina gittigini ögrendik.
Cengiz Çandar'in geçen haftaki yazisindaki, duygu dolu ve hepimizi düsündürmesi gereken satirlarini okurlarla paylasmak istedim: "Ya da Orhan Pamuk'un ismini dünyada yücelttigi, sevdalisi oldugu sehri terk etmek zorunda birakilmis olmasindan dolayi mi? Milliyetçi tehdit yillardir bir slogani bayrak etmisti: 'ya sev ya terk et'.. O milliyetçi tehdit, ya sev ya terk et diyordu. Seviyorsan terk et demiyordu. Ama seven terk ediyorsa, terk ettirenin sevdigi kuskulu olmali. Zaten sevse, Fetih'ten yaklasik 555 yil sonra, sanki Istanbul baska birine aitmis, bir baskasina ait olma tehlikesi varmis gibi, sehrin her yerini devasa bayraklarin dalgalandigi bir bayrak direkleri ormanina çevirir miydi? Milliyetçiler, Türkiye'yi seviyorlar mi? Istanbul'a sevdalilar mi? Yoksa, onlar da bu sehrin, üstelik, hoyrat yabancilari mi?"
Çandar'in bu satirlarini okurken bilgisayarimda önüme, Alaaddin Çakici'nin bir diger aydinimiza yolladigi tehdit mektubu geldi: "Siz eski Marksist yeni liberal solcu, medyadaki isbirlikçileri sürekli Türk milletine saldiriyorsunuz.. Akilli olmanizi sizden rica ediyorum. Yine de beyefendilik(!) bende kalsin". Ertesi gün gazeteler, yeralti dünyasinin ünlü reislerinden Çakici'nin da, Hrant Dink cinayeti ile ilgili olarak derin devlet tartismalarini gündeme getirdigi için, Can Dündar'i tehdit ettigini yaziyordu.
Hrant Dink'in vuruldugunu, çocukluk arkadasim Ermeni asilli kapi komsum Nisan Yaglioglu benden duymustu. Olayi izleyen günlerdeki yazima söyle baslamistim; "Telefonda sevgili kardesim Nisan'a, 'suçlu benim, biziz' derken, ölene kadar üyesi olmayi sürdürecegim partimin, bu ve benzer olaylara gelisimizdeki sorumlulugunun ezikligini duymus olmaliyim". Günler sonra, CHP Genel Baskani'nin Orhan Pamuk'u kutlamak için sessiz kaldigini ve agirdan aldigini yeniden animsayinca, yazimdaki tepkimin yerinde oldugunu düsündüm. Son yurt disi gezisinde, oy endisesinden kendini kurtarabilmis olacak ki Deniz Baykal, yitiremedigi eski, dogru ve gerçek olan su düsüncelerini açiklamaya firsat bulmus olmali; "Iç baris projemiz 13. yüzyil felsefesine dayaniyor. Toplumun etnik veya mezhepsel kimliklerini öne çikarip aidiyetler üzerinden mücadeleye girmesi ve çatisma kültürünü beslemesi sorununa karsi, '72 millet bir' diyen 'sevgi, kardeslik, baris' felsefesini hâkim kilmak istiyoruz. Orta Çag'da Avrupa'da insanlar birbirini yerken, Anadolu topraklarinda Mevlânâ'yla, Yunus Emre'yle, Haci Bektas'la yeseren bu felsefeye sarilmak gerektigini savunuyoruz. Milliyetçilik anlayisimiz alt kimlikle iliskili degil. Ulusal çikar milliyetçiligini esas aliyoruz.."
Umarim, CHP Genel Baskani'nin "bu sözleri" son iki yildaki yanlislarinin da sonu olur. Ve "yukaridaki dogrularin" üzerine giden bir yeni baslangiç ve açilim kararliligi sergiler. 23 Nisan 1923'ten beri, iktidarda ya da muhalefette olsun CHP, Türk aydini ve ülkenin demokratiklesmesi için hem umut ve hem de tek gerçek güvence idi. Bu sorumlulugunu ne devredebilir, ne savsaklayabilir ve ne de birakabilir.
|