O mecliste, ben de CHP Milletvekili idim. Abdullah Gül devlet yönetimindeki ilk dersini, Kaddafi'nin ülkemizi asagiladigi Libya ziyaretinin hesabini vermek için çiktigi Meclis kürsüsünde almisti. 11 yil sonra simdi Çankaya'ya çikarken dünyada ve ülkemizde yasanan bunalimlardan ve degisimden önemli dersler çikarmis olmalidir. 1987 seçiminde Turgut Özal da, kendi partisi ANAP'in oyu ile seçilmisti. Demirel, Erdal Inönü'nün destegi ile Çankaya'ya çikmisti. Ikisi de Basbakanken yani meclisten hükümet çikarma gücü olan partinin genel baskani iken, cumhurbaskani seçilmislerdi. Ikisi de, o dönem siyasal erkin en güçlü isimleriydi. 2000'de Ecevit'in Basbakanken Cumhurbaskani adayi olamamasinin nedeni ise, anayasanin öngördügü yüksek okul kosuludur. Simdi de Tayyip Erdogan'in kendi yerini Abdullah Gül'e birakmasi demokratik siyasal yasamimizin artik yerlesmis olan bu gelenegine uygun sayilabilir! Ne var ki, mayista (kimilerine göre e-darbeye kadar varan) Abdullah Gül'ün cumhurbaskanligi adayligi, sonunda ülkeyi erken seçime zorladi. 22 Temmuz aksami basta Abdullah Gül AKP'li partizanlar, sonucu 27 Nisan darbesinin rövansi olarak yorumladilar. Basbakan Erdogan ise parti balkonundan yaptigi sorumlu konusmasi ile onlar gibi düsünmedigi izlenimini vermisti. Geçen kisa sürede anlasildi ki, Tayyip Erdogan da ya geçmisten gelen hirsini yenememis ya da yakin çevresine karsi aldigi oy kadar güçlü ve cesaretli degilmis. Sonuçta Kayserili'nin hesap dolu yumusak yüzünün, AKP'nin sagduyusunu yendigi görüldü.
Elbette 18 Mayis'taki adayliginda oldugu gibi simdi de Gül'ün Cumhurbaskanligi için hukuken ve siyaseten bir sorun yok. Belli çevrelerin kaygisi, Erbakan Hoca'nin yani Milli Görüs siyasetinin Devlet Bakani oldugundan beri, Abdullah Gül'ün laiklik konusundaki söylemlerinden kaynaklaniyor. Bir gazetecinin yazdigi su sözler sürekli kendisine animsatilacaktir; "Türkiye'de Cumhuriyet'in sonu geldi. Kesinlikle laik sistemi degistirmek istiyoruz. (Ingiliz The Guardian gazetesine demeç, 28 Kasim 1995 tarihli Posta.)" Esinin türban konusunda Türkiye'yi Avrupa Insan Haklari Mahkemesi'ne sikâyetinin üstünden üç yil bile geçmedi. Tayyip Erdogan'in bir zaman önce "kafamdaki düsüncelerimin ve görüslerimin ne kadar gerçek disi oldugunu yasayarak gördüm" demesi gibi, politikacinin geçmisteki eylem ve sözlerini unutturmasi ve degistigini göstermesi ancak inandirici uygulamalarina baglidir. Simdi artik bütün bunlar asil Abdullah Gül için geçerlidir.
Ben Abdullah Gül'ün degistigine inanmak istiyorum. Bu nedenle geçmise dönük bazi degerlendirmelerimin altini çizmeyi görev saydim. Önce bazi animsatmalar yapmam gerekiyor; Demirel'in de Çankaya'ya çiktiktan sonraki söylemlerine bakilirsa, eski Adalet Partisi'nin ve sonra DYP'nin Genel Baskani olarak laiklikten verdigi ödünlerin olumsuz sonuçlarindan ders aldigi görülmüstür, (en çok sayida imam-hatip lisesi onun zamaninda açilmistir). Ancak unutulmasin ki, 28 Subat olayi döneminde Cumhurbaskani olan Demirel'in, Erbakan'i istifaya zorlamasi ve siyasetten bir anlamda tasfiye etmesinin nedeni laiklik konusundaki kararli duyarliligidir, (üstgeçisi engelleyen ve AKP'nin YÖK'le kavgasina neden olan bu günkü "egitim birligi yasasi" o tarihte çikartilmistir). Çankaya'dan ayrildiktan sonra da Demirel'in, "laikligin her zamandan daha çok önem tasidigina" dair söylemleri akilda tutulmasi gereken degerdedir.
Halkin özgür iradesi ile sandiga gittigi ve yöneticilerini baski duymadan seçtigi tek Müslüman ülke Türkiye'dir. Bunun için 1950 seçimlerini gerçek kilan ve sonuçlarini kendine ve halkina güvenerek kabullenen Ismet Inönü'ye, basta genç kusaklarimiz ve demokrasiyi dillerinden düsürmeyen AKP'liler olmak üzere hepimiz, borçluyuz. Laiklikten beklenmedik ölçüde ödün veren Cumhurbaskani Celal Bayar'la ilgili kaygilari soruldugunda o Ismet Pasa, "Demokrasiden hiçbir endisem yoktur, benim üzüntüm Celal Bey'in dini siyasete alet edecegini hiç beklememis olmamdandir" demisti. Bir önemli belgenin daha altini çizmek istiyorum: Degerli gazeteci Rusen Çakir bir süre önce gittigi Pakistan'in içinde bulundugu durumla ilgili önemli saptamalar yapmisti: "En seçkin sayilabilecek medreselerini ziyaret ettik ve bunlarin hiçbirinin parlak birer egitim kurumu olmadigini gördük. Pakistan'in din adami ihtiyacini karsiladiklarini söyleseler de her yil mezun olan binlerce ögrencinin büyük kismi issizler ordusuna katiliyor (bizdeki imam hatipliler gibi)." Bu gençlerin potansiyel birer El-Kaide militani olmasindan duyulan kayginin çok yaygin oldugunu belirten Rusen Çakir'la konusan gazeteci Ahmet Rasit ise sunlari söylemis: "Siradan militanlar bu medreselerden çikiyor. Bu nedenle reform sart". Rusen Çakir'in ders çikarilacak önemli saptamalarinin basinda ise su var: "Peki reform mümkün mü? Müserref'in Atatürk'ü örnek aldigi biliniyor ama medreseler konusunda isi çok zor, hele Tevhid-i Tedrisat (egitim birligi) Kanunu çikarmasi, yani medreseleri kapatmasi imkânsiz."
Bu saptamalardan su sonuç çikiyor; Müserref'in bu konuda Atatürk gibi basarili olabilmesi için köklü bir laiklik programi uygulamasi gerekir. Ancak Islam dünyasinin içine sürüklendigi bu günkü ortam Türkiye'nin seksen yil öncesinin bile gerisinde.
Bu gerçekleri önce, seçim gecesi AKP'nin parti balkonundan dogrulari söyleyen Tayyip Erdogan'in hep aklinda tutmasi ve sonra da Cumhurbaskani olmasinin sorumlulugunu aldigi Gül'ün aklina sokmasi gerekir. Dedesi müftü, babasi haci bir ogul olarak, ayni fakülte mezunu oldugumuz Abdullah Gül'ün, içtenlikle yazdigim bu elestirileri okumasini diliyorum. Çünkü ben yukaridaki gerçeklerin ülkemiz için içerdigi önemi, çok iyi anliyorum. Tarih müzesi Amasya'daki dogdugum ev, Fatih, Yavuz Selim, Beyazit gibi padisah da olmus çok sayida sehzadenin yetistigi ve son müderrisi ailemden olan medreselerden biri de Atatürk'ün kapattigi "Çevikçe Medresesi"dir. Amacim bilgiçlik degil elbette, baskentin 970 rakimli Çankaya tepesi yolunda olanlari, dogru ve önemli buldugum belgelerle ve bilgilerle donatmaktir. Ister alirlar, ister alinirlar!
|