Bask’tan Dogu Timor’a kadar bu ugurda son yirmi yilda akan kan, nerede ise iki dünya savasindakini asti. Artarak ta akmaya devam ediyor. Üstelik bu aciyi çeken yoksul ülkeler gencecik canlarini soyut bir inanç ugruna yitirirken basta ABD, zenginler ellerini ovusturarak, daha çok silah satmak için isbirligi içindeler. Bosna’da yükselen ve orta doguda hizini artiran bu kan davasina, 11 Eylül 2001’den sonra “Islâmi terör” yaftasini bilerek vuranlar da, yine bu küresellesme düzeninin patronlaridir.
Son on yilda ise bu kanli savas, çogu güdümlü yönetimlerin elinde kendi halklarini birbirine düsman etmeyi sürdürüyor. Ikinci dünya savasi sonrasi yapilan bilimsel arastirmalar, söylem ve eylemleri ile Hitler’in fasizmi, halkina özümsettigini ortaya koymustur. Yani irkindan olmayani yok etme eyleminin arkasinda, bilimsel tanimi ile “fasizmin kitle ruhu” vardir.
En son Filistin’de oldugu gibi, Afrika’dan Asya’ya, Ispanya’dan Kirgizistan’a bu gün artik, sözde sandiksal demokrasiyi de kullanarak halklari, birbirine düsman etmeyi ve sonunda kan-revan içinde ayrilmaya zorlayanlarin gözleri daha kararmis durumda. Aslinda, sömürgen egemenler petrolün icadi ile birlikte ekonomik çikarlarini daha da artirmanin, ancak bu yolla mümkün oldugu hesabinda yanilmadilar. Wilson Prensiplerinden, Truman Doktrininden ve Churchill’in planlarindan Bush’un Büyük Ortadogu Projesine kadar öngörülerinin ve kurgularinin hepsi de ayni idi. Asil amaçlari, “basini dik tutmak” ve onlarla “asik atmak” isteyenleri, bir yolunu bulup kendi içinde ve aralarinda birbirine düsürmek ve ekonomik açidan disa bagimli kilmakti. Bunun en kestirme ama acimasiz yolunu da Tarih onlara göstermisti. Osmanlinin gerileme döneminden bu yana Imparatorlugun sürüklendigi savaslarin asil nedeni, disaridan desteklenen irk ve din milliyetçiligi olmustur. Yemen’den Makedonya’ya uzanan kanli baskaldirilarin ve ihanetlerin arkasinda hep batinin sömürgen emelleri var olmustur.
O tarihi çok iyi okuyan Mustafa Kemal ve arkadaslari ve düne kadar o inançla ülkemizi yönetenler dis egemen güçlerin olaganüstü çabalarina karsin bu tuzaga düsmemeyi basardilar. Üstelik açiktan ve bütün güçleri ile karsi koysalar da, 70 milyona ulasan nüfusu ile Türkiye çagdas uygarlik hedefine ulasmak üzere olan tek Müslüman ülke olmayi da basarmaya ramak kaldi. Çünkü Anadolu’daki etnik milliyetçilik kiskirtmalarindan sonuç alamadilar. Halkimiz bu güne kadar her kosulda disa karsi birlik ve dayanisma içinde olma olgunlugunu gösterebilmistir.
Ancak, büyük ölçüde 12 Eylül 1980 darbesini yapanlarin bir yanlisini firsat bilen bu egemen güçler, kendini solcu sanan Abdullah Öcalan’i ellerine geçirdiler. O bir kisi idi. Ama ortam basibos ve milyonlar dilleri yüzünden dislanma korkusuna düsmüstü. Irkçi milliyetçilere gün dogmustu. Arkalarinda, aradiklari nesnel destegi de (para, silah vb.) bulmuslardi. Yine de basaramadilar.15 yilin sonunda hedeflerine ulasamayinca, kullandiklari her Hain’e yaptiklari gibi, onu da sokaga attiklarinda, canini kurtarmak için “benim anam da Türk” diyen Öcalan artik ellerinde 30 bin Anadolu çocugunun kani olan bir itirafçiydi.
Ahmet Türk’ü onurlu ve dürüst bir politikaci olarak tanidim. DTP’nin basina geldiginde umutlanmistim. Ve bu umutla ona ne yapmasi gerektigi düsüncelerimi bir yazimla ulastirmak istemistim. Yazimin özeti aynen söyle idi, “ PKK'nin elebaslari, birakiniz üstlendikleri sorumlulugu, bölgede çikarlari olan uluslararasi sermayenin tetikçiligini yaptiklarinin bilincinde bile degiller. Onlar en büyük kötülügü ve hainligi Türkiye'nin insanca yasamaya en çok hakki olan Kürt yurttaslarina yapmaktadir. Bu sorumsuzlara karsi en büyük görev, bizim kusaktan bir zamanlar Meclis'te beraber oldugumuz Kürt kökenli politikacilara (Ahmet Türk vb.) düsüyor. Hangi kökenden olursa olsun önder siyasetçinin temel amaç ve hedefi, "Her kosulda irkçi milliyetçilige ve ayirimciliga karsi durmak ve de ülkesinde gelir adaletinin, demokratiklesme yolunda ilerlemenin saglanmasi ve insan haklarinin korunmasi olmalidir”.
Özellikle DTP’nin mecliste grup kurmasina varan süreçte Ahmet Türk’ün uzun yillara dayanan bölgedeki etkinliginin çok önemli bir katkisi oldugunu kimse yadsiyamaz. Bence, onun bu basarisinin en önemli nedeni, PKK’dan bagimsiz sürdürmeye çalistigi Genel Baskanlik tutumudur. Bundan ötürüdür ki, bu hafta yapilacak Kongre ile Genel Baskanliktan uzaklastirilmistir. Çünkü ayrilikçi irkçi milliyetçi politika yine baskin çikmistir. Anlasiliyor ki PKK son bir aydaki saldirilari ile halki Kürt kökenli yurttaslarimiza karsi kiskirtmak için her seyi göze almistir. DTP’yi de bu emelleri için yönlendirmeye kararlidir. Diyarbakir’da yapilan Demokratik Toplum Kongresinin sonuç bildirgesinde, bu ayrilikçi politikaya açikça yandas olunmaktadir.
Bu açiklama, uluslararasi egemen sermayenin Anadolu insanini, irkçi milliyetçilik temelinde bölme politikasinda ortami her zamandan daha uygun buldugunu göstermektedir. Çankaya’dan Semdinli’ye hepimizin bu gerçegi iyi görmesi gerekir. Simdi önemli olan halkimizin arasina sokulmaya çalisilan kaygi ve korkulara kesinlikle engel olmaktir. Türkiye, ekonomisini halkini mutlu edecek ölçüde güçlendirdikçe ve demokrasisini tabana yaydikça bu günlerin geride kalacagina her zamandan daha çok güven duymalidir. Gerçek ulusçuluk, dayanisma içinde ve birlikte Türkiye’yi, çagdas uygarlik düzeyine ulastirmakla anlam tasir. Iste o zaman Atatürk’e verilen sözler de, gerçek olur.
|