Çünkü yillardir süren sendikasizlastirma politikalari yüzünden isçiler baski güçlerini büyük ölçüde kaybetmis durumdalar. DISK’in direnisinin de siyasal durus sergilemekten öte bir anlami olmadigini kendileri de biliyor. IMF’nin 2000 krizinden beri en çok bastirdigi bu konuda artik sona gelindigi anlasiliyor. Görülen o ki, AKP yasayi bu kez çikarmaya kararli. Çünkü Basbakan, daha önce oldugu gibi hak kaybina neden olan bu tür yasalari seçime kadar unutturacagina güveniyor.
1963’te Ecevit'in "Isçi Babasi" sifatini hakkettigi 274-275 sayili grevli- toplu sözlesmeli çalisma yasalarini çikarmadan önce, tarihi Istanbul Saraçhane mitinginde Seyfi Demirsoy'un "bu yasalar çikacak çünkü, Ankara'da Türk-Is var" dedigi Türk-Is, artik var mi-yok mu bilemiyorum. Ama bir seyi iyi biliyorum, bugün artik kayitli bes milyon dolayindaki çalisanin yaridan azi sendikali. Bunun da agirligini, memur statüsündeki beyaz yakalilar olusturuyor. 35 milyon insanin emegi ile geçinmeye çalistigi bu ülkede bu bilgiler sosyal yapimizin durumunu çok aci bir sekilde gösteriyor.
1995 seçimlerine giderken, Çiller hükümetinin sifir zam politikasina karsilik Türk-Is yaygin bir grev uygulamasina kalkismisti. O günlerde Türk-Is Baskani olan Bayram Meral'le CHP adina yaptigim görüsmelerde, artik grevleri sürdüremeyecekleri endisesiyle sorunun biran önce çözülmesi için bizden destek istedigini hiç unutmam. Ancak Basbakan Tansu Çiller orali olmadigi için grevler uzadi gitti. CHP'nin bir erken seçim hükümeti için Çiller'den istedigi üç kosulundan biri, isçiye %10 zam verilmesi idi. DYP sonunda razi oldu ve öyle seçime gidildi. Nedendir anlasilamadi, seçime iki hafta kala Türk-Is ve DISK yönetim kurullarindan sosyal demokrat "CHP'ye oy yok" karari çikti. Sonuç hatirlanir, sanki CHP'nin o ugrasisinin karsiligi, agir bir bedel ödemek oldu.
Bu gün gelinen yukaridaki duruma bakiyorum ve Türk-Is'in, DISK'in erimekte olduklarini görmekten, birçogumuz gibi 1970'lerin inançli sosyal demokrat politikacilarindan biri olarak derin üzüntü duyuyorum. Özellikle bel kemiksiz yeni liberallerin (ikinci cumhuriyetçilerin), bizim gibi solcu aydinlari, yazar-çizerleri hatta sosyal demokrat isadami sanayicileri bile, “1940’larin baskici ve tutucu CHP devletçiligi” ile suçlamasina, elbette aliniyor ve kiziyoruz. Ancak ne olursa olsun bizimkisi, düsüncede ters düsme yani etik bir sorun. Oysa alin teri ile yasamaya çalisan yari nüfusumuzun ekonomik durumunun gittikçe gerilemesi ve yoksulluk ölçütünde tartisilmasi karsisinda bu halimiz, biz politikacilarin sorumluluktan kaçmak için arkasina saklandigimiz bir utanç tablosudur. Ne yapsin sendika baskanlari, kol kola girip hükümete gözdagi vererek, hiç yoksa aidatini aldigi isçisinin gönlüne su serpmeye çalisiyorlar.
Küresellesmenin baskisi ile yapisal degisim adi altinda, kamunun borcunu ödemek için bütçe açigini - özellestirme, devletin küçültülmesi ve destekleme alaninin daraltilmasi- gibi kaynaklardan saglamanin faturasini, çalisanlara ödettiler. Simdi bu yasa ile de sözde gelecegi güvence altina almaya çalisiyorlar.
Bu gidisle çalisanlarin sendikal haklarinin bir süre sonra büyük oranda kâgit üzerinde kalacagini, belki de uygulamada yok olacagini kimse yadsiyamaz. 1961 Anayasasi'nin emekten yana sagladigi haklarin yasandigi o Türkiye’yi soluyan benim kusagimin, bu aci gerçegi de yasarken görmesi kadar agir bir yenilgi ve hüzün olamaz.
|