Daha az da olsa hemen tüm sirketler arka arkaya zararlarini açikliyor. Dünyanin ikinci büyük ekonomisi Japonya'dir. Yirminci yüzyilin son çeyreginde Japonya'nin gerçeklestirdigi ekonomik büyüme bütün dünyanin olaganüstü ilgisini çekmisti. "Japon mucizesi"nin sirrini ögrenmek için en ünlü iktisatçilar gözlerini Tokyo'ya çevirmisti. Öyleyse ne olmustu da, o Japon kapitalizmi bu hale gelmisti!
Geçen sonbaharda New York borsasinda patlayan finansal krizden iki yil önce Tokyo borsasi bu buhrani haber vermisti. Daha öncesi Asya Kaplanlari denen G. Kore, Endonezya, Malezya ve Singapur'un geçirdigi deprem, aslinda küresel kapitalizmin patronlarina ders olmaliydi. Olmadi; tersine, yarattiklari karsiliksiz fonlarini katlamak için o mali çöküsleri firsat bildiler. Bir yil sonra Rusya, Meksika ve Arjantin'in yasadigi mali krizi de önemsemediler. G-8 diye kendilerine ad takan o en zenginler, Türkiye'nin 2001 bunalimini ise duymadilar bile.
Aslinda Adam Smith'in kapitalizmi de sonuçta, serbest pazar için üretilen mal ve hizmetlerden elde edilen kârlarin bir muhasebesi olmaliydi. Oysa para patronlarinin New York'tan Tokyo'ya kadar para piyasalarinda acimasizca sürdürdügü, bastan sona kuralsiz oynanan sanki bir bilgisayar oyunuydu. Kapitalist gelismenin ileri derecede tekellesmis olmasi da bu gidisi kolayca tirmandirdi. Üstelik yillardir, kapitalizmin tam anlamiyla merkezilesmis bir biçimi yasandi. Bu dönemde, küresel sermaye, daha dogrusu yaklasik 50 sermaye grubu ve onlarin etki alanindaki bin dolayinda sirket bu tezgâhi kendi hesaplari dogrultusunda istedikleri gibi kullandilar. Böylece, "hedge fund" dedikleri, üretim ve hizmet karsiligi olmayan bilgisayarlarindaki sayisal kaynagi dogrudan üretim yapilan sektörlerden, finans sektörüne yönelterek kendileri için bir tekel ranti yarattilar. Finans piyasalarinin isletilis sekli de, kâri bu küresel kuruluslarin çikarina olacak sekilde aralarinda yeniden bölüstürmelerine olanak verdi.
Sonuçta bu küresel sanal agin içinde olan her ülke, bataktan kendi ölçüsünde payini almak durumunda kaldi. Türkiye'nin gelismekte olan digerlerinden daha çok etkilendigi de bir gerçek. Çünkü özellikle 1995'ten bu yana özellestirmeleri hizlandirarak hükümetler ve finansal büyüme sevdasina kapilan önde gelen aile holdingleri, o 50 sermaye grubuna yalniz kollarini bacaklarini degil omurgalarini kaptirdilar. Basbakan "teget geçti" derken sirtindaki yükü halka yikmanin ezikligini yasiyordu. IMF ile bir türlü sonuç alamayan biçare Hazine Bakani sonunda, Türkiye'nin en çok etkilenen ülkelerden oldugunu açikladi. 2001 krizinde alinan önlemler sayesinde benzer ülkelere göre banka sisteminin daha saglam olmasina karsin, küresel krizin basta sanayimiz olmak üzere reel ekonomide tam anlami ile bir deprem yarattigini kabullenmek zorunda kaldi.
Bizim açimizdan en olumsuz yani da, AKP hükümetinin ve yerli büyük sermayenin krizden çikmak için yapabilecek bir sey olmadigini sanmalari yani kendilerini sorumlu görmemeleridir. Onlara kalirsa, krizden çikmak için yine küresel kapitalizmin eline bakmak, dediklerini dinlemek ve yaptiklarini taklit etmek gerekir. Oysa Londra'daki son G 20 toplantisinda görüldü ki, her biri ayri telden çaliyor. Ortak hiçbir konuda anlasamadilar. Kimisi asiri korumaci önlemler almayi sürdürüyor. Kimileri de tamamen içe kapandilar. Bölük pörçük alinan basit kararlarin disinda bizde hâlâ birakin orta ve uzun vadeli, kisa vadeli de olsa kendi içinde tutarli ve uyumlu bir önlem paketi ortada yok. Öncekilerde oldugu gibi bütün umutlar IMF'ye baglanmis durumda. Böyle mi olacakti Demirel'in liberal kapitalist Büyük Türkiye'si! Herhalde, R. T. Erdogan seçim öncesi "Büyük Düsün" derken, o sözü kendine ve partisine degil de, yüzde 15'lere varan issizlere söylemis olmali!
Elbette yaziyi bu elestirilerle bitirmek, sorumlu bir davranis ve okuyucuya saygili bir kalemin isi olmaz. Öyleyse, "ne yapilmali" sorusuna kendimce yanitlar aramaliyim. Gelecek hafta yazacaklarim için bana yardimci olursaniz onur duyarim. |