Artik su iki gerçegi herkes görmelidir; Terör, güvenlik güçleri karsisinda geçmiste hiç olmadik kadar hem maddi hem de manevi bir direnç kazanmis durumda. Ikincisi, bölge halki (çok büyük oranda istemeyerek) terör karsinda sahipsiz ve korumasiz kaldigina inandirilmis halde. Deneyimli ve uzman yetkili çevrelerin yillardir bildigi iç ve dis nedenlerinin yaninda, bu duruma gelisin son iki yilda olanlarla dogrudan iliskisi var. Daha düne kadar TSK, içerde ve disarida dünyanin sayili ve bölgenin en güçlü caydirici gücüydü. Ancak, böyle bir gücün en basindaki yetkili, “terör örgütü yöneticisi olmak” la suçlanir ve cezaevine konursa, kimlerin ne ders alacagini kimlerin de, ne ders verecegini tahmin etmek için çok akilli olmak ve her seyi bilmek gerekmez! Ilk yillarindan beri devletin üst düzey servisleri ve sivil uzmanlar bir önemli saptamada görüs birligi içindedirler: Teröre karsi askeri ve polisiye önlem ve eylemlerin sonuç vermesi, sadece uygulamanin teknik, stratejik ve taktik niteligine ve niceligine bagli degildir. Önemli olan caydirici güçlerin kendi içinde ve karsilikli ve her düzeyde tam bir güven ve dayanisma içinde olmalari ve üstlendikleri görevin psikolojik üstünlügüne inanmis olmalaridir. Bunun olmasi için de iktidar, askerinin ve polisinin tam bir güvenle arkasinda durmalidir. Bu konuda yurttasin ve ayrilikçilarin en küçük bir olumsuz izlenim almamasi sarttir. 1950’den beri Türkiye Cumhuriyetini yöneten politik kadrolarin temel amaci, ülkeyi olabilen en erken evrede kalkindirmak ve demokratiklestirmekti. 1987 seçimlerinde halk adina iktidari teslim alan Özal’dan bu yana süren, “devleti, halkin devleti” yapma savasiminin basarisinda da, tüm partilerin inançli ve özverili payi ve katkisi vardir. O süreçte hiçbir basbakan, kendi askeriyle, polisiyle, hâkimiyle ve savcisiyla bu gün oldugu gibi bir güven bunalimi yaratmamistir. Daha önce hiçbir basbakan askeri vesayeti kiracagim diyerek, kendi vesayetini ülkeye hâkim kilmamistir. 2003’te, R.T.Erdogan’a çok yakin oldugunu söyleyen bir dostum, 1974’deki CHP-MSP koalisyonunda bakan oldugumdan beri milli görüs siyasetini içinden taniyan birisi olarak, bana, “yerimde olsan basbakan’a ne tavsiyelerde bulunurdun” diye sormustu. Üç sey söylemistim; “Erbakan Hoca gibi duygusal davranip Israil’le yok yere sorun çikarmasin”, “Artik darbeler dönemi çok geride kaldi, sakin geçmis korkulara kapilip TSK ile güç mücadelesine girmesin”, “Partinin basindakilerle kavgali olsa bile, ‘halk karsi devletin partisi” söylemiyle halkin indinde CHP’yi karalama ve suçlama tahriklerine kapilmasin”. Aradan on yil geçti, kulagina gitse de Basbakanimizin bu tür tavsiyelere(!) ihtiyaci da, inanci da olmadigi anlasildi. Caydirici gücünü duygusal ve politik kaygilar nedeniyle zayiflatan bir iktidarin, hiç yoksa Gaziantep dolaysiyla yazilan, söylenen ve verilen bilgi, rapor, elestiri ve önerilere artik önyargisiz ve yeni bir gözle bakmasi zorunludur. Iste bir önemli örnek; Bölgeyi ve sorunu en iyi bilen yazarlarimizdan Rusen Çakir’in saptamalari, “Gaziantep saldirisi devlette hakim olan güvenlikçi çizginin iflasindan baska bir sey degildir…Bir yandan PKK’nin terörüne kesin ve net bir sekilde karsi çikip örgütü silah birakmaya, diger yandan devleti, bu sorunun çözümünde barisçil yöntemleri esas almaya çagirmaktan vazgeçmememiz gerekiyor”.
|