Türk dil kurumunun sözlügünde bu kelimelerin eski esanlamlilari, “Muasir ve Medeniyet”. Kurtulusun ve kurulusun ilk basinda, Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetinin gelecegi için koydugu birincil ve en önemli hedef, o günkü dille “muasir medeniyet seviyesine” yani öz Türkçeyle “çagdas uygarlik düzeyine” ulasmakti. Basbakan oldugunun ilk haftasinda Rize’de “ben artik degistim, milli görüsçü degil, muhafazakâr demokratim” diyerek, önündeki laik cumhuriyetçi engelleri kandirmayi düsünmüstü. Yillar sonra vesayeti derin devletten kendi eline alip, ülkeyi aile boyunda tek basina ve tek elden yönetme firsatini bulunca da, “ben zaten söylemistim, demokrasi bizim için amaç degil hedefimizin yolunda araçtir” demeye getirerek, asil hedefinin “ilimli Islamî cumhuriyet” oldugunu açikça ima(!) yani ilan eder oldu. Bütün bu süreçte özenle “Atatürk” demekten kaçindi. Isine geldiginde Mustafa Kemal ile baslayarak, sahte inancini göstermek için partisinin amacinin ülkeyi “muasir medeniyet seviyesine” çikarmak oldugunu diline doladi. Yine de hiçbir zaman, ilerici, degisimci ve laik demokrat sivil kusaklarin dilindeki, “çagdas uygarlik düzeyi” tümcesini bilinçli olarak ve inatla kullanmadi. Çünkü O, özgürlükleri ve insan haklarini güvence altina alan, evrensel hukuka dayali çagdas demokrasiye inanmiyordu ve hatta karsiydi. Karanlik hedefi(!) yolunda araç olarak istismar ettigi “demokrasi”, O’nun için sadece sandiktan çikmakti. O nedenle de, sayesinde AKP’nin basina geçtigi ve 17 Aralik öncesine dek “kader birligi” içindeyiz dedigi Cumhurbaskani Gül’ün, Gezi olaylarinda, “demokrasi yalnizca sandik degildir” savina, siddetle karsi çikti ve Tunus’tan, “evet, demokrasi yalnizca sandiktir” diye, ters ve sert yanit verdi. Basindan beri R.T.Erdogan’in gerçek hedefinde, çagdas uygarlik düzeyine ulasmak, asla olmadi. O’nun “Osmanlilik” sevdasi ise, son 150 yilinda bati medeniyetine yüzünü dönen saltanatin tersine, Tanzimat öncesinin kati seriat düzeniydi. O’nun “muasir medeniyet” tanimi da salt teknolojik bir süreç yani sadece köprü, tünel, yüksek bacalar ve çevreyi yok eden beton, demir kuleler dikmek oldu. Oysa çagdas uygarlik düzeyine ulasmak, özgürlüklerin ve insan haklarinin güvence altina alindigi, evrensel hukukun hâkim ve en yüce degerin emek oldugu bir sivil toluma erismektir. Sivil toplumu belirleyen temel özelliklerden en önemlisi ise siyasi düzenin hukuka dayali olmasidir. 2010 Anayasa degisikliginden bu yana olanlar, tam tersine basta yargi, sivil toplumun bütün bagimsiz ve tarafsiz olmasi zorunlu mevzileri, Basbakanligin denetim ve gözetimi altina girmis durumda. 1923’den beri, irk, cinsiyet, din, dil, yerel köken açisindan “mozaik” olmak için gösterilen bütün çabalar sanki bosa gitmis, ülke tam anlamiyla ayrismanin acilarini yasar hale gelmistir. Nefret ve intikam, hem de Bas’tan asagi hizla yayilmaktadir..
Son iki yüzyila bakildiginda, uluslasmis her devlet, er ya da geç çagin teknolojik gereklerine ulasmayi basarabilmistir. Teknolojileri uygulamaya koymak göreceli olarak kolaydir. R.T.Erdogan, kendinden önce yapilanlari inkâr etse de, 90 yillik cumhuriyetin 2002’den önce ulastigi teknolojik düzey, çogu gelismis ülkeyi bile kiskandirmistir. Ancak, Türkiye’miz hala, çagin eristigi “bireyin hak ve özgürlüklerini, evrensel hukuk anlayisini ve toplumun birlik ve dirligini saglayan hosgörü ve anlayis düzeyini” yakalayamadigi gibi son 10 yilda komünizm sonrasi baskidan kurtulan dogu Avrupa ülkelerinin bile gerisine düsmüstür.
Ancak, 21. Yüzyilin ilk 10 yilinda varilan bilim ve iletisim gücü, halklari öylesine birbirine bagladi ki, hiç bir bireysel güç, o bagi koparip, bir toplumu tersine sürükleyemez. Kitleler, bir süre, örnegin yakin bazi komsularimizda oldugu gibi, yasakla, baskiyla korku salan sahte rollere alkis tutsa da, sonunda perde kapanir, herkes ve her sey aydinliga kavusur. Uzaklara bakmaya gerek yok, 12 Eylül 1980’den bu yana seçmen, kimleri alkislamadi ki(!) ama en büyük cezayi, yine halk verdi.
|