Animsayalim, Basbakan oldugunun ilk günlerinde Rize’de, “demokrasi bizim için hedefimiz yolunda bir araçtir”, demisti. Halkin duygusal ve dinsel “inceligini(!)” istismar etmekte “ustalastikça”, baskiyi artirdi. Iktidar gücünü kullanarak, görsel ve yazili medyayi “yandas” durumuna getirdi. Insan haklarini, özgürlükleri ve hukuk devleti ilkelerini çigneyerek hedefine ilerler iken, “ileri demokrasi” nutuklari atti! “GEZI” olaylarinda, “kader kardesim” dedigi Abdullah Gül’ün, polisin orantisiz güç kullanmasina karsi, “demokrasi sadece sandik degildir” çikisina, ayni gün, “evet demokrasi, yalniz sandiktir” yanitiyla yoluna devam etti. Bütün bunlari yaparken de, yandasi medya ve simdilerin “pisman” liberalleriyle birlikte, sözde hedeflerinin “Yeni Türkiye” oldugunu yüksek sesle, yineleyip durdular. Cumhurbaskani olunca, her alanda emanetçiligine güvendigi Ahmet Davutoglu’nu Basbakan yapmasinin nedeni de, 2015 seçiminde AKP’nin basinda meclis çogunlugunu saglayip, Anayasayi degistirmekti: Çünkü aslinda “Yeni “ dedigi de, TBMM’yi yok sayacagi (bypass) “baskanlik“ sistemine geçmek. Basarsa da, basarmasa da, üç seçimdir ve 12 yildir dilden düsürmedikleri, su “Yeni Türkiye” halen ne durumdaymis, belgelere ve gerçeklere bakarak, bir görelim: Her ülkenin oldugu gibi, kurtulus savasindan buyana Türkiye Cumhuriyetinin de dis politikasi, öncelikle ulusal yarar ve çikarlar temeline dayali olmustur. Tarihi belgeler, Cumhuriyet’ten önce Osmanli, hatta Selçuklu dönemlerinde de ayni ilkenin hâkim oldugunu gösteriyor. Bugün ise dis politikamiz, ülkenin ve halkin uzun vadeli çikarlari yerine, hiçbir Arap ülkesinde yanki bulmadigi halde, sözde “Sünni Müslüman Kardesligi” saplantisina dayanir oldu. Hemen altini çizmem gerekir, üstelik bu politika, milli görüs çizgisindeki AKP’nin degil, eski ve yeni Basbakanlarin tamamen kisisel ve duygusal yanlisidir. Birlikte hükümet ettigimiz dönemden biliyorum, her seylerini borçlu olduklari Erbakan Hocanin, “Islam Birligi” sevdasi, Türkiye’nin ekonomik çikarlarina ve Avrupa Birligi ile aramizdaki “Gümrük Birliginin” olumsuz etkilerinden ülkeyi korumak düsüncesine, dayaniyordu. Ülkeyi, 2002 seçiminde komsularla “sifir sorunlu” devraldiklari halde, bu gün hemen tüm sinir komsularimizla, savas ortamindayiz. Ekonomiye gelince: Cumhuriyetin enerji-ulasim-iletisim basta alt yapida, sanayide ve tarimda yarattigi ekonomik degerleri, on yildir bir mirasyedi gibi sata sata, hala bitiremediler. Mecliste görüsülmekte olan bütçenin açigini kapatmak için, elde kalanlarin 15 milyar dolarlik tesis, kurum ve kurulusu da, 2015’te satmak için programlanmis durumda. Çogu küresel tekelci sermayeye, bir anlamda peskes çekilen bu servetin karsiliginda, ülkemiz ne elde etmis, görelim; Türkiye Istatistik Kurumunun (TÜIK) yakin geçmiste açikladigi “gelir dagilim arastirmasi” sonuçlarina göre, nüfusun en düsük gelir düzeyindeki ilk yüzde 20’nin, milli gelirden aldigi pay yüzde 6’ya düsmüs. En zenginler grubu yüzde 20’nin aldigi pay ise yüzde 44. Yani en yoksul yüzde 20 ile en zengin yüzde 20 arasindaki gelir farki, artarak 8,5 kata çikmis. Yine TÜIK’in verilerinden, nüfusun yüzde 18’i yoksulluk sinirinda. Arastirmaya göre, yüzde 5 nüfus açlik riski altinda. Arastirmanin yasam kosullarini gösteren sonuçlari da dikkat çekici; “Nüfusun 5’de 1’i kiraci. Halkin yüzde 45’nin konutu saglik ve güvenlik kosullarindan yoksun. Yüzde 43’ü korunaksiz oldugu için isitmada sorun yasiyor. Yüzde 60’i günlük ihtiyaç için aldigi borcu ödeyemez durumda. Yüzde 63’ü saglik, nitelikli egitim ve kaza gibi beklenmedik harcamalarini karsilayamiyor. Yüzde 82’si yipranmis ve eskimis mobilyalarini yenileyemiyor. Yüzde 60’i iki günde bir et, tavuk ya da balik içeren yemek yiyemiyor. Yüzde 38’i evin isinma ihtiyacini yeterince karsilayamiyor. Yüzde 44’ü yeni giysi alamiyor. Bu arastirmaya denk düsen günlerde Forbes dergisi, Türkiye’nin en zengin 100 kisisinin toplam servetinin, 110 Milyar Dolara yükseldigini açikladi. Yani bu demektir ki, Milli Gelirimizin onda biri, 100 ailenin elindedir. Bir baska hesapla, Milli Gelirin yüzde 80’i, nüfusun yalnizca yüzde 7’sinin eline geçmis. Anayasal düzen konusunda ise, özetle “Hukuk devleti askiya alinmis. Yasalar herkese esit degil, iktidardakilere ya da yandaslara dönük ayricalikli uygulanir olmus. Tüm kamu yönetimi, laik demokratik cumhuriyet ilkelerine inançsiz, karsit bir anlayisin eline geçmis. Ülkenin ve yurttasin birlik ve dirligi kalmamis. En önemlisi de, özellikle 2007 seçiminden sonra çikarilan, temel egitimin laik ve bilimsel yapisini degistiren yasalarla, genç kusaklarin gelecegini karartan bir döneme girilmistir. Hedefleri, “dindar gençlik” yaratmak sevdasiyla, temel egitimin yapisini, tümüyle ”imam-hatipli” yapmaktir. Öylece, sorgulayan, tartisan ve yorumlayan degil, dinleyen, susan ve biat eden(uyan) bir gençlik yaratmak istiyorlar. Bir cümle ile, “bunlarin” lafini ettigi Türkiye asla “yeni” degil, “eski, karanlik ve kapali bir Türkiye’dir”. Sorumlusu yalniz bunlar mi, basarirlar mi, derseniz? Yanitlarini, birlikte arayacak ve tartisacagiz.
|